Şengül, “Yeni bir siyaset biçimi ve dil oluşturmaya çalışıyoruz. Bütün işyerlerinde karşı karşıya kaldığımız sorunların çözümü için birleşik bir mücadele gerektiğini savunuyoruz” vurgusu yaptı.
– Merhaba, öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
– Ben Yılmaz Şengül, TABİB gönüllüsüyüm.
– TABİB’in çalışmaları nasıl devam ediyor, neler yapıyorsunuz?
– Biz şu an için belediyelerde örgütlenmeye devam ediyoruz. Zaten biliyorsunuz, TABİB olarak herhangi bir sendikanın ya da herhangi bir siyasi partinin güdümünde değil tamamen tabanda bir işçi örgütlenmesi içerisinde, hiyerarşi barındırmayan, herkesin gönüllülük esasına dayalı emeğini ortaya koyduğu bir yapı inşa etmeye çalışıyoruz. Ve Türkiye’de belediye şirketlerinde çalışan takribi yedi yüz bin civarı işçi arkadaşımıza da birlikte başarabiliriz diyoruz. Örgütlü ve bilinçli bir mücadeleye çağırıyoruz.
– Belediyedeki işçilerin genel tablosu hakkında neler söyleyebilirsiniz? Nasıl bir durumla karşı karşıyayız?
– Özel sektöre biraz farklılık var tabi, belediyelerde, çünkü hemen hemen bütün belediyelerde parti içerisinden insanlar ya da partiye yakın insanlar çalıştırıldığı için liyakatten uzak, biat dayalı bir sistem var. Zaten Türkiye’de belediyelerde AKP’nin bir işveren sendikası var, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir işveren sendikası var. Bu işveren sendikaları üzerinden süreç ilerliyor. Genel-İş gibi iş kolundaki sendikalar da maalesef işveren sendikasına dönüştüğü için siyasi partiler için toplu sözleşme süreçleri ve işçilerin gündelik hayattaki sorunlarının çözümü konusunda maalesef ilerleme kaydedilmiyor.
– Ankara’da bir ilçe belediyesinde işçiler, bütün bu baskılara rağmen eyleme çıktılar. Böyle örnekler de var. Bu gibi örneklerin sınıf içerisindeki hareketliğin bir yansıması olduğu söylenebilir mi?
– Aslında sınıf içerisindeki hareketliliğin yansıması dememek lazım. Çünkü belediyelerde sınıf bilinci çok düşük. Az önce söylediğim gibi, genelde tanıdık vasıtasıyla çoğunlukla partililer olduğu için bu böyle. “Aman partilim zarar görmesin” vs. tarzında bir anlayış var. Ama tabandaki sınıfın hareketliliğini tabii ki görüyoruz.
Belediye şirketlerinde işçilerin ücretleri son 4-5 yılda çok ciddi oranda düştü. Yani alım gücü neredeyse yarı yarıya düştü. Doğal olarak bunun tetiklediği bir hareketlenme var. İlçe ilçe, kent kent, belirli aralıklarla, belirli belediyelerde bir grup öncü işçi, orayı ilerletebiliyor bilinç olarak ve işçilerin talepleri artıyor. Talepler artınca bu sefer sendikaları aşıyor işçilerin mücadelesi. Bu süreçte de sendikaların mesela en son Yenimahalle’de Genel-İş sendika şube yönetiminin işçiler tarafından yuhalandığını izlediniz.
Daire başkanlarının yuhalandığını, alandan kovulduğunu izlediniz. Keza Altındağ Belediyesi’nde bu sefer Hizmet-İş Sendikasının alandan kovulduğunu işçiler tarafından izlediniz. Doğal olarak sendikalara karşı bir güven kalmamış durumda. Öncü işçilerin çıkabildiği belediyelerde de bir hareketlenme oluyor.
“Biz DİSK’in önünden de, arkasından da yürümeyiz!”
– İstanbul 1 Mayıs’ı özelinde “Türkiye 1 Mayıs”ını kısaca değerlendirir misiniz?
– 1 Mayıs’a kitlesel olarak öncülük yapabilecek sol-sosyalist yapılar maalesef çok zayıf. Zayıflıklarından dolayı; işçi sınıfına inememenin, işçi sınıfı içerisinde kadrolaşamamanın, işçi sınıfı içerisindeki öncüleri kendi hareketlerinin içine katamamanın neticesini bürokratik sendikacıların peşine takılmakta buluyorlar.
DİSK’in çağrısıyla biliyorsunuz Saraçhane bir süreç yaşandı. Biz o zaman bizimle temasa geçen bütün sol-sosyalist yapılara şunu söyledik: “Biz DİSK’in önünden de, arkasından da yürümeyiz.” Çünkü DİSK içerisinde uzun süredir yaşadıklarımız ve DİSK’in bugün Hizmet-İş’te, Türk-İş’ten, Hak-İş’ten veya Türk-İş’ten bir farkı olmadığını ortaya koyuyordu. Nitekim DİSK, yerel seçimler, yerel seçim sonuçlarından aldığı güçle Cumhuriyet Halk Partisi’nin kitleselleştirdiği kendisinin de uzun süredir işçi sınıfı içerisinde kaybettiği zemini tekrar bir propagandaya dönüştürmek için bir Taksim çağrısı yaptı.
Buradaki amaç şuydu; hem 1 Mayıs’ta Taksim’i zorlayarak sol-sosyalist-devrimci yapılara “ben hala DİSK’im” demeye çalıştılar. Hem de diğer taraftan da Cumhuriyet Halk Partisi’nin 31 Mart’ta yaşadığımız yerel seçimlerde ciddi bir güç kazanmasından dolayı iktidarı baskılayabileceğini, iktidarın Taksim olayına her ne kadar önlem alsa da nihayetinde izin vereceğini düşündüler. Maalesef böyle olmadı.
İlk önce Cumhuriyet Halk Partisi çıktı, dedi ki “biz polisle karşı karşıya gelmek istemiyoruz. Ama kortejdeki yerimizi koruruz. DİSK, KESK, TMMOB ne karar alırsa yanında dururuz.” Fakat bu üçlü ve -diğer örgütler de dahil- Tertip Komitesi’nin böyle bir süreci ileriye taşıyabilecek bir sorumluluk almaktan kaçtığını hep beraber gördük.
Neticesinde de Türkiye işçi sınıfına yön vermesini beklediğimiz sendikalar, konfederasyonlar, sivil toplum kuruluşları geri adım atarak maalesef son yıllarda yaşadığımız en büyük rezaletlerden birine imza attılar. Bu, DİSK açısından bir Mayıs’ın değerlendirmesiydi.
Milyonlarca işçinin sorununu, milyonlarca işçinin mağduriyetini, milyonlarca işçinin yaşadığı sefaleti maalesef Türkiye gündemine sokamadığımız bir 1 Mayıs geçirdik. Bu yaşananlar “Aidatlarımızı alalım, konforumuz devam etsin, makamlarımız elimizden gitmesin, olduğumuz siyaset bize kem gözle bakmasın sendikacılığının” bir getirisidir. İlk günden beri söylüyoruz.
İşçiler bir taban örgütlenmesi üzerinden 1 Mayıs tertip komiteleri kuramadığı sürece, bunu kitleselleştirip tüm Türkiye işçi sınıfını içine çekip burada ortak bir karar meclisi kuramadığı sürece maalesef bu sendikaların güdümünde geçen sönük, sessiz, işçilerin taleplerini Türkiye’nin gündemine taşıyamadığımız 1 Mayıs’lar daha çok göreceğiz.
“İşçi siyasetini dar pratiklerden çıkarmak istiyoruz!”
– Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı?
– Biz sayısal çoğunluğumuz ve üretimden gelen gücümüz sayesinde karar mercileri üzerinde baskı kurmak istiyoruz. Yeni bir siyaset biçimi ve dil oluşturmaya çalışıyoruz. İşçi siyasetini “dar pratiklerden”, “kişisel menfaatlerden”, “sendikanın çürümüş koltuklarından”, “şubeyi alalım, her şeyi hallederiz” kolaycılığından, “Genel Merkezi biz yönetirsek her şeyi çözeriz” diyen çıkar çevrelerinin köreltici müdahalelerinden çıkarmak istiyoruz.
Bu perspektifle var olan sendikaların işçilerin sesine kulak verip bütün Türkiye’de, bütün işyerlerinde karşı karşıya kaldığımız sorunların çözümü için birleşik bir mücadeleye örgütlenmesi gerektiğini savunuyoruz.
Tarihin en ağır ekonomik krizinin faturasının biz emekçilere çıkartılmaması için harekete geçmelerini, harekete geçirecek bir duruşu ortaya koymak niyetindeyiz. Küçük hesaplar peşinde koşmak yerine hep beraber daha yaşanılabilir bir Türkiye’yi kurmak için mücadeleyi örgütlemek istiyoruz. Böyle bir sürecin içerisinde de sizin gibi sesimizi duyurmak için bize fırsat veren herkese teşekkür ediyoruz.