Tarihin hiç olmadık bir biçimde çarpıtılmasıyla karşı karşıyayız bugün. Günümüzde bazı bilginler şaşılacak bir gayretkeşlikle “tarihi gerçekliği yerli yerine oturtmak” adı altında büyük yalanlar yazmaktalar. Bu yalanlar giderek çirkin bir boyut almaktadır. Eski metinler, hangi kesimden gelirse gelsin, en azından “ortak” bir niteliğe sahiptiler. Bunlar olayların hemen ardından yazılmışlardı ve propagandist içeriğinden kaynaklı yazarlar, gerçek olayları dikkate almak zorunda hissediyorlardı kendilerini. Gerçekleri görmezden gelemiyorlardı ve olaylara hangi perspektiften bakıyorlarsa “çalımlarını” buna göre atıyorlardı. Ancak bugün bazılarının, tarihi yeniden yazmak istediklerini ve bunu da hiç yaşanmamış olaylara dayandırmaya çalıştıklarını görüyoruz. Bu tarihçilerin çoğu kapitalist sisteme hizmet eden ücretli öykü anlatıcılarıdır. Bunların bazıları, yalanlarını tarih olarak adlandırma gayretindeler. Bu çarpıtmaların karşısına karşıt bir görüşle dikilecek farklı bir kesimin olmaması, elbette olumsuz bir gerçekliktir.
İşte bu nedenle, sistemin tüm bu ücretli uşaklarıyla bir tartışma yürütmek oldukça önemlidir ve bir görevdir. Biz bu metinde bu tartışmaya temel oluşturacak bazı tarihi gerçeklere değineceğiz.