Savaş sorunu tartışılırken en genel haliyle bile siyasetten bağımsız düşünülemeyeceği aşikardır. Siyaset doğası gereği karşıtlıklar zemininde doğan, gelişen ve ancak karşıtının mutlak yok oluşuyla birlikte kendini de yok edecek bütünlüklü bir savaş alanıdır.
Sınıflı toplumların ortaya çıkışı beraberinde tarihi sınıflar tarihi kadar eski olan siyaseti doğurmuştur. İnsan toplulukları sınıflara, gruplara bölündüğü oranda siyasetin alanı da buna koşut olarak bölünmüş, parçalanmış ve girift bir hal almıştır.
Rekabet ve rakibi üzerinde mutlak zafer kazanma siyasetin bu savaşımda kullandığı araçların üretiminde de geniş bir alan doğurmuştur. Güç ve ittifak sorunu, araç ve yöntemde karmaşık ilişkiler ağını açığa çıkarmıştır. Siyaset, sınıfların konumlanmasına bağlı olarak partiler ve örgütler sorununu açığa çıkarmıştır. Bu anlamda siyaset, hasmı ile yürüttüğü savaşımda merkezine örgüt sorununu koymuştur. Çünkü siyaset ya iktidar olmak ya da iktidarı korumak için vardır. İktidar sorunu en başta güç sorunudur.
Günümüzde burjuvazi ile proletarya arasında çeşitli biçimlerde süren savaş, iktidarın ele geçirilmesi mücadelesidir.
İktidar mücadelesinde siyasetin girmediği tek bir alan ya da tersinden siyasetten bağımsız olarak gelişen hiçbir şey yoktur. İktidar ilişkilerinin pekiştirilmesi bağlamında üretilen kültür, sanat, eğitim, basın vb. her şey bir siyasete bağlı olarak ve belli bir strateji doğrultusunda gelişmektedir.
Karşıtıyla birlikte var olmayan hiçbir şey yoktur. Her sınıf, her toplumsal tabaka kendine ait bir “şey” yaratır. Kendine ait olanın yaşayıp büyümesi için çabalar. Ve ürettiği ne varsa ister zorla ister çeşitli biçimlerde “ikna edilerek” toplumun geri kalan kesimlerine benimsetmeye çalışır.
İki karşıt temelde konumlanan ve doğrudan yaşamın her alanında birbirini yok etmeye koşullanmış sınıfların birbirinden devşireceği tek bir şey yoktur. Maddenin veya maddeye anlam katan hareketin yorumlanmasında değil onun üretiminde ve üretilme ve de paylaşım biçiminde ayrışırlar. Maddenin üretimi ve paylaşılması maddeye sınıfsal bir aidiyet katar. Toplumsal yapıda hangi sınıf egemen durumundaysa, üretilen ne varsa o sınıfın damgasını taşır. Ya da o sınıfın çıkarları doğrultusunda üretilir.
Sınıflar mücadelesinde karşıt sınıflar arasındaki ayrım noktaları oldukça nettir. Ya onundur ya da diğerinin….
Söz konusu ara tabakalar olduğunda bu netlik ortadan kalkar. Ara tabakalar öncellikle ve özellikle iktidarı elinde bulunduran sınıftan fakat her iki kutuptan da beslenirler. Toplumun ara tabakalarının kendi başına irade olma, bağımsız olarak üretimde bulunma yetileri yoktur.
Sömürücü sınıflar kendi devamını sağlaması açısından tarihsel bir sürekliliğe sahiptir. Bu ezilen sınıflar için de geçerlidir. Egemen sınıfların kendi selefi durumunda olduğu sınıflardan devraldığı şeyler olduğu gibi ezilen sınıflar da ezilenlerin tarihinden beslenir. Sınıf mücadelesinin zenginliği de buradan gelmektedir.
Egemenlerin savaş tarihi ile ezilenlerin savaş tarihi incelendiğinde bahse konu tarihsel süreklilik çok rahat görülecektir. Bugün yürüttüğümüz savaşın tarihsel bir geçmişi vardır. Kökleri köle isyanlarına dek uzanan stratejik bir derinliğe sahiptir. En sonu Başkan Mao ezilenlerin bir bütün savaş tarihinden beslenerek onu sentezlemiş ve proletaryanın ve ezilen dünya halklarının hanesine yenilmez bir savaş stratejisi kazandırmıştır.
Mao yoldaştan günümüze bu savaş stratejisi de çeşitli deneyimlerden geçerek günümüze kadar şanlı zaferlere imza atmıştır.
Gelinen aşamada her şeyde olduğu gibi savaş ve savaş yasaları da hareket halindedir. Savaşı kendi hareketi içerisinde incelemeye, onun biriktirdiği deneyimi sentezlemeye ihtiyaç vardır. Yaklaşık yüzyıllık bir birikimden bahsedildiği unutulmamalıdır. Bugün dünyanın birçok ülkesinde ilhamını Halk Savaşı stratejisinden alan ya da doğrudan halk savaşı stratejisi ile sürdürülen savaşlar vardır. Savaş bilimi açısından savaşların aldıkları biçimleri incelemek yeniyi yaratmak açısından hayatidir.
Silahlı Mücadeleye Uygun Konumlanmak!
Savaş ve savaş sorunlarına bugünden geriye baktığımızda değişen koşullara bağlı farklı olarak ve yeni addedilebilecek bir dizi gelişmenin yaşandığı bir gerçektir. Ezilenleri zafere taşıyacak stratejik ve buna bağlı olarak taktiksel yenilenmeye ihtiyaç vardır.
Devrimci savaşın yenilmezliğinin garantisi onun bir kitle savaşı olma özelliğine bağlıdır. Savaşa devrimci niteliğini veren de budur. Devrimci savaşın kendini yenileyerek yoluna devam etmesi bugün bir dizi gelişmeye bağlı olarak silahlı mücadele hakkında karamsar teoriler üretenler tam da bu noktada devrimci savaşın kendini sürekli biçimde üretme halini görmemektedirler.
Yaşanan düşman saldırıları karşısında TDH nezdinde yaşanan tıkanmayı, silahlı mücadele eksenli değerlendirenler eğer reformizmin limanına demir atmamışlarsa büyük bir yanılgı içerisindedirler.
Savaş teorisinin büyük ustaları, savaş-siyaset ilişkisini yeterince yalın biçimde ifade etmişlerdir. Burada tekrarlamanın gereği yoktur. Bugün savaşın yolunu açacak şey siyasettir. Eğer bir tıkanma halinden bahsedilecekse siyasetten doğru bir yaklaşım geliştirmek, analizi buradan doğru derinleştirmek gerekir.
Savaş ve savaş meselelerinde doğru yaratıcı tarzın açığa çıkması, siyasal olarak doğru ve “an”ı yakalayan bir tarzın açığa çıkarılmasına bağlıdır. Siyaseten katılaşmış, dogmatikleşmiş, günceli-“an”ı yorumlamaktan aciz yapıların, savaş hakkında hamleler geliştirmelerini beklemek bizi subjektif yanılgılara sürükler.
Panik halinde ya da büyük bir iştahla silahlı mücadele karşısında bir şeyler söyleme ihtiyacı duyanlar, bu gerçeği göz ardı ederlerse sınıf mücadelesinin gerçekleri onlar üzerinde beton etkisi yapacaktır.
Tıkanma dediğimiz şey, öncelikle mücadele biçimlerine uygun çalışma tarzının tutturulmasında görülmektedir. Siyasal çizgide eksen kayması ya da sapma olarak tariflediğimiz olgu da böyledir.
Siyaset yapış biçimleri önemli oranda legalleşmiş durumdadır. Ve doğal olarak yaşanan birçok politik, gelişmeye legal alandan doğru çözümler üretilmeye çalışmaktadır. Bu durum hem devrimci çalışmayı düşman saldırılarına açık hale getirmekte hem de objektif olarak illegal devrimci mücadeleye uygun siyaset yapış tarzımızı sakatlamaktadır.
Faşizmin artan saldırılarına paralel olarak silahlı mücadele çizgisinde siyaset yapmaya her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Faşizmi geriletecek veya onu bir bütün yenilgiye uğratacak olan tam da belli bir strateji temelinde örgütlenmiş şiddettir.
Devrimci şiddetin hem kendini hem de kitleleri organize eden karakteri ortadan kalkmamıştır. Tam tersine faşizmin şiddetine karşı devrimci şiddetin görece zayıf kalması kitlelerde kendi gücüne güven noktasında tereddüt yaratmaktadır.
Yaşamın ve Mücadelenin Her Anında Gerillalaşmak!
Devrimci şiddet her alanda siyaset üretiminin önünü açan bir karaktere sahiptir.
Dün olduğu gibi bugün de devrimci savaşın öznesi gerilladır. Her türlü teknik donanıma karşın düşmanın en çok zorlandığı, sonuç alamadığı ve gelinen aşamada kayıplarını gizlemekte zorlandığı açık şekilde görülüyor. Gerilla mücadelesi ile ilgili yapılan onca propagandaya rağmen gerçekler tam tersidir. Gerilla mücadelesi kendi içinde bir felsefeye sahiptir.
Savaşın kimi aşamalarında zorlanılsa da bu felsefeye bağlı kalındığı sürece taktik ve tarz olarak yenilenerek yola devam edilmiştir. Bugün de durum bundan ibarettir.
Gerilla gibi düşünmek, gerilla gibi hareket etmek sanki sadece “gerillanın işiymiş” gibi bir algı ortaya çıkabilmektedir. Ancak bilinmelidir ki, gerilla savaşı askeri bir strateji olduğu kadar aynı zamanda hatta ondan da önce siyasal bir stratejidir. Bu stratejiye uygun olarak ortaya çıkacak düşünüş ve değerlendirme, sınıf mücadelesinin her alanına uygulanabilir.
Her alanda gerilla gibi düşünmek ve buna uygun bir şekilleniş yaratmak, devrimci militanların yolunu tayin etmede, politika geliştirmede taktik zenginlik kazandırır. İdeolojide, politikada, çalışma tarzında, mücadele biçimlerinde gerilla tarzı ve dinamizmini yaratmaya ihtiyacımız vardır.
Nasıl bir örgüt düşünüyorsak, ona uygun militanlar yetiştiririz. TDH içerisinde gerilla mücadelesi denildiğinde Kürt Ulusal Özgürlük Hareket ile birlikte akla ilk gelen örgüt, Proletarya Partisi’dir.
Her alanda gerilla tarzı, saldırı tarzı demektir. Hasmına her alanda saldırmak, gerilla ruhunu kuşanmakla olur.
Gerillanın güç kaynakları olarak tarif edilen; hızlılık, hareketlilik, gizlilik, esneklik, kitle desteği gibi özellikler politikanın her alanında ustalıkla uygulandığında düşman üzerinde inisiyatifi almak hiç de zor değildir. MLM’nin bütün yönleri ile saldırı ideolojisi olması gerillanın komünist partisi önderliğinde yürütüldüğünde nasıl da düşmanı için öldürücü bir sanata dönüştüğüne tanık olduğumuz çokça örnek vardır.
Düşmandan daha hızlı olmak, ondan önce düşünmek, onun beklediği yerden değil hiç beklemediği yerden saldırmak vb. sınıf mücadelesinin her alanına uygulanabilecek bir yöntemdir.
Hakim sınıfların ekonomik-politik krizinin giderek derinleşeceği, halkın kitleler halinde tepkisini sokağa taşıyacağı günler pek de uzak görünmemektedir. Kendi kabuğunda mayalanan; gençliğin arayışı, kadınların isyanı ile yer yer bu kabuğu çatlatan bir gerçeklikle yüz yüzeyiz.
Kabarcıklar halinde yüzeye, küçük dalgalar biçiminde karaya vuran kitlelerdeki bu canlanmayı iyi analiz etmeliyiz. Hazırlanmak, hazır olmak tek başına yetmeyecektir. Devrim teorimize, siyasal çizgimize uygun bir tarzın yaratıcıları da olmak durumundayız. Devrim teorimizi, siyasal ve askeri çizgimizi en yalın haliyle betimleyen şey, dediğimiz gibi gerillacılıktır.
Devrimin bilgili, atak kadroları olmak, “an”a müdahale etmek istiyorsak; ideolojide gerillacılık, politika üretmede gerillacılık, örgütte gerillacılık, çalışma biçimlerinde gerillacılık tarzını yaratmak zorundayız. Özetle demek istediğimiz yaşamın ve politik faaliyetin her anında-alanında gerillalaşmak başarmak için önemli bir adımdır…