“Şartlar ne kadar zor olursa olsun, devrim hangi kayıplara ve yenilgilere uğrarsa uğrasın, proleter devrimciler kitleleri devrim ruhuyla eğitmeli, devrim bayrağını yüce tutmalı, onu elden bırakmamalıdır.” (M. Zedung)
TC’nin ekonomik ve siyasal olarak derin bir krizin içinde olduğu bir gerçek. AKP iktidarı, Körfez ülkelerinden alacağı yardımla krizi atlatacağının propagandasını yapıyor. Oysa -tıpkı daha önce olduğu gibi- bu durum, TC ekonomisini krizden ve borç batağından kurtaramadı. Bilakis yıkımı ve yoksulluğu daha da derinleştirdi.
Bu nedenle, bugün, AKP iktidarına karşı ezilenlerin farklı kesimlerinde biriken öfkeyi yaşamın her karesinde görmek mümkün. Bu durum egemen sınıf klikleri tarafından da görülmektedir. CHP’nin bütçe görüşmelerinde komisyon toplantısında koymuş olduğu “muhalefet şerhi” tüm egemen sınıf kliklerinin sürece dair taşımış oldukları korkunun somut ifadesidir. CHP sözcüleri AKP iktidarını “toplumda biriken tepkinin siyaset yolu aracılığıyla dışarı vurulmaması halinde iç çatışma riskinin doğacağı” uyarısını yapmışlardır.
Aslında TC’nin kurucu partisi olan CHP yalnız AKP’yi uyarmıyor, tüm ezilenler cephesinde giderek büyüyen öfkeyi, parlamento koridorlarında tüketmek için canla başla çalışıyor. Bundan dolayıdır ki, sokaklarda yükselen her haklı sese adres olarak parlamentoyu gösteriyor. Elbette bunu yapan yalnızca burjuva muhalefeti değil. Reformist hareketlerin de yapmaya çalıştığı budur. Bugün, politik olarak, burjuva reformizminin gerek işçi sınıfı gerekse geniş emekçi yığınlar içinde büyük bir etkisi yoktur. Ama reformist güçler, mevcut olanaklardan hareketle toplumsal muhalefetin yönünü düzen içi barışçıl mücadele kanallarına yöneltmeye çalışmaktadırlar.
Hiç kuşkusuz, ideolojik olarak reformizmle bağını koparmayan, sistemin karşı devrimci saldırılarına karşı barışçıl mücadele sınırlarını aşmayan hiçbir hareketin başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen halklara, uluslara sunacağı özgür bir gelecek yoktur. Dolayısıyla her fırsatta başta ileri güçler olmak üzere öfkesini kuşanan tüm ezilenlere “çözüm sandıkta değil, sokaktadır”, “yığınların haklı öfkesini barışçıl mücadele sınırlarına hapsetmek reformizmdir” mesajını vermek ve bu yönlü propaganda faaliyetlerini yoğunlaştırmak güncel devrimci bir görevdir.
Çünkü geniş emekçi yığınları, demokratik halk devrimi perspektifi etrafında birleştirmek, sisteme karşı kararlı bir mücadelenin yanısıra her türlü reformist anlayışa karşı da tavizsiz bir mücadeleyi içermektedir. Bu görevimizi yerine getirdiğimiz oranda proletaryanın önderliğinde devrimden menfaati olan tüm güçleri birleştirme siyasetinde gelişim düzeyi yakalayabiliriz.
Her şeyden önce küçük-büyük demeden tüm çalışmalarımıza disiplin, iddia ve özgüven bilinciyle yaklaşmalıyız. Ortada bu cüret ve cesaret yoksa sınıf mücadelesi açısından ne kadar olanak açığa çıkarsa çıksın, onları kolektif ve devrim lehine kullanmak mümkün değildir. Burada kuvvetlerin az veya çokluğundan söz etmiyoruz. Dikkat çekmeye çalıştığımız, belirlenen görevleri yerine getirmek için başarıya kilitlenmiş militan bir duruşun zorunluluğudur. Hiç kuşkusuz, aldığımız her kararı hayata geçirmek plan ve güç ister. Tüm bunlarla birlikte eğer bu kararları, düşmanın yoğun saldırısı altında hayata geçiriyorsak, kararlı bir tutum ve kazanma bilinci başarı için bir ön koşuldur.
Başta işçi sınıfı olmak üzere toplumun farklı kesimlerinde sisteme karşı demokratik taleplerin farklı eylem tarzlarıyla gündeme geldiği bir süreçten geçiyoruz. Tüm bu itirazları, devrimci bir kanala akıtmak için devrimci güçlerin birleşik mücadele perspektifi sürecin önemli bir hamlesidir. Dolayısıyla, bu hamle kapsamındaki görevlerimizi unutmadan kendi yönelimimize uygun çalışmalarımızda da yoğunlaşmalıyız.
Egemenlerin saldırılarındaki asıl amaç, ezilenlerin kendi gücünün farkına varmasını engellemektir. İşçi ve emekçileri, ücretli kölelik ilişkisine, ezilen ulus ve azınlık milliyetleri hakim ulus ırkçılığına ve şovenizme mahkum etmektir. Türk devletinin gerillaya dönük saldırıları; işçi, köylü, kadın, LGBTİ+ ve gençliğin gelişen demokratik hak ve özgürlük mücadelelerine karşı estirmiş olduğu devlet terörü tam da bu anlayışın ürünüdür.
Dolayısıyla her protesto, her direniş ezilenlerdeki dinamik enerjinin birleşik bir tarzda açığa çıkarılmasına hizmet eder.
Bu nedenle egemen sınıfların sözcüleri, kiralık kalemşörleri bu haklı ve meşru eylemleri karalamak için her türlü yalana başvurmaktadırlar. “Dış güçlerin kışkırtması”, “provokasyon”, “Yeni Gezi kalkışması”, “FETÖ parmağı” vb. bu kirli kalemler tarafından devreye sokulmaya başlandı. Ancak biliyoruz ki, Gezi haklı ve meşru bir idi, baskı ve zulmün olduğu her yerde Geziler karamsarlığa karşı umuttur ve de bunu engellemeye egemenlerin gücü yetmedi, yetmeyecektir.