31 Mart yerel seçimleri sonuçlandı. Katılım oranının bir yıl önceki genel seçime göre düşük olduğu yerel seçimleri, burjuva muhalefet partisi CHP’nin kazandığı, iktidardaki AKP’nin kaybettiği açıklandı. Seçim sonuçları itibariyle, hakim sınıf klikleri arasında önümüzdeki süreçte iktidar mücadelesinde seçimin gündemde olmaya devam edeceğini göstermektedir. Bu, iktidarı ve muhalefetiyle bütün burjuva hakim sınıf kliklerinin, coğrafyamız sınıflar mücadelesinde seçim aracına yükledikleri anlamla ilgilidir.
Seçim ve seçim gündemi, hakim sınıfların bütün klikleri açısından, halk kitlelerinin düzene yedeklenmesinin bir aracı olarak kullanılagelmiştir. Türk hakim sınıfları açısından seçim ve sandık, “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen ve parlamentonun rolünün giderek işlevsizleştirildiği koşullarda da önemini korumaya devam etmektedir.
31 Mart yerel seçim sonuçlarının, hakim sınıflar açısından seçimi (bir erken genel seçimde dahil olmak üzere) tartıştıracak olmasının nedeni, propaganda edildiği gibi burjuva muhalefetin elindeki belediyeleri tutma başarısı ve oy oranını artırması değildir.
Asıl neden geniş halk yığınlarının içine düşürüldükleri duruma yönelik tepkisidir.
Özellikle ekonomik kriz olarak tanımlanan, gerçekte ise Türk hakim sınıflarının bütün kliklerinin servetlerine servet kattıkları, işçi sınıfı ve geniş halk yığınlarının daha da yoksullaştığı koşullarda; emekçi halk kitlelerinin çalışma ve yaşam koşullarına yönelik itirazlarının olduğu durumda bu kaçınılmazdır. Seçim öncesinde de açıkça ilan edildiği üzere seçimden sonra adına ekonomide “rasyonel politika” dedikleri politikaları uygulamaya devam edeceklerini ilan etmişlerdi.
Bu politikaların gerçekte ekonomik krizin bütün faturasının emekçi halka kesilmesi olduğu açıktır. Ücretlerin düşürülmesinden doğrudan ve dolaylı vergilere, temel ihtiyaç maddelerine yönelik zamlardan, halkın alım gücünün daha da düşürülmesine kadar bir dizi adımın atılacağı, “kemer sıkma” yalanlarıyla uygulanacağı şimdiden bellidir.
Nitekim uluslararası tekellerin kayyımı olarak Türkiye ekonomisinin başına atanan Mehmet Şimşek’in “Eylül 2023’te açıkladığımız Orta Vadeli Programımızı (OVP) güçlendirerek kararlılıkla uygulamaya devam edeceğiz” açıklaması bunu teyit etmektedir.
Öte yandan Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın seçim sonrasında yaptığı “Güney sınırlarımızın ötesine bir teröristan kurulmasına izin vermeyeceğiz” açıklamasından da görüleceği üzere TC devleti, bir kez daha “Kürdistan’a sefer hazırlığı” içinde olduğunu ifade demektedir. Seçim sonuçlarının iktidar partisi açısından yenilgiyle sonuçlanması, faşist iktidar açısından bu faturanın genelde halka özelde ise Kürt ulusuna çıkartılacağı anlamına gelmektedir. AKP-MHP faşist iktidarı, kitleler nezdinde yaşadığı desteğin azalmasını tersine çevirmek için ırkçılık ve şovenizmin dozunu artırmakta tereddüt etmeyecektir.
Kısaca önümüzdeki aylar, sınır içinde ve dışında tam bir saldırganlık içinde geçecektir.
Türk hakim sınıflarının bütün klikleri istisnasız bir biçimde sorumlusu oldukları ekonomik krizin faturasını “hepimizin aynı gemide olduğu” propagandasıyla halka mal etmekte ve yine “terörle mücadele” gerekçesi ve devletlerinin bekası adına aynı kampta yer almakta tereddüt etmeyeceklerdir.
Meseleye bu açıdan bakıldığında seçimin hakim sınıfların gündemini değiştirmeyeceğini, aksine işçi sınıfı ve halk söz konusu olduğunda aralarındaki farklılıkları bir kenara bırakıp, kendi sınıfsal çıkarlarında rahatlıkla ortaklaşacaklarını ifade etmek gerekir. Seçimlerin kendi başına bir anlam ifade etmediğini, seçim sonuçlarının hakim sınıf klikleri arasındaki iktidar mücadelesin bir araç olarak kullanıldığını bilmek önemlidir.
Seçimler önemlidir ancak belirleyici değildir
Ne var ki, önce genel ve ardından da yerel seçimler nedeniyle, halk saflarında yer alan parti ve örgütlerin seçim süreçlerinde ortaya çıkan pratikleri nedeniyle seçimler meselesi üzerinde bir kez daha durmak gerekir.
31 Mart yerel seçimlerini burjuva muhalefet partisinin kazanmasıyla, önümüzdeki süreçte sol ve hatta devrimci hareketin önemli bir kısmının burjuva muhalefetin arkasında yedeklenme pratiğini güçlendirecektir. Elbette bu parti ve örgütlerin seçimlere yönelik tavırları, onların temsilcisi oldukları sınıfların ideolojik duruşlarından bağımsız değildir. Ancak halk saflarında yer alan ve özellikle kendisine devrimci, sosyalist ve hatta komünist diyenlerin önce genel ve ardından ise yerel seçimde ortaya çıkan pratik tutumları, bir kez daha seçimler üzerinde durmayı gerekli ve hatta zorunlu kılmaktadır.
Son bir yıl içinde önce genel ardından ise yerel seçimlerin gerçekleştirilmiş olması, hem hakim sınıflar hem de kitlelerin gündeminde seçimleri belirleyici bir unsur olarak ön plana çıkardı. Bu belirli yönleriyle anlaşılabilir bir durumdur. Coğrafyamızda geniş halk kitleleri seçimlere ve sandığa objektif olarak ilgi göstermektedirler. Seçimlere genel manada katılım oranları bu gerçeği teyit eder niteliktedir.
Son yerel seçimlere katılım düşmüş olmakla birlikte, halkın sandığa ilgisinin sürdüğü açıktır. Sandığa gitmeyen esas olarak iktidar partisi AKP’nin tabanıdır. Bu taban sandığa gitmeyerek ya da Yeniden Refah Partisi’ne yönelerek CHP’nin birinci parti olmasını sağlamıştır. CHP’nin bir önceki genel seçimle aynı oranda oy alması bunu kanıtıdır.
Seçimlerin önemli bir yerde duruyor olması kabul etmek gerekir ki bu Türk hakim sınıflarının kitleler üzerinde seçim ve sandık araçlarıyla ideolojik hegemonyasını sürdürme ve faşist diktatörlüğün seçimler vesilesiyle gerçek sınıfsal kimliğini gizleme, “demokrasi” maskesini sürdürebilme başarısına işaret etmektedir.
Bu ideolojik tahakküm kırılamadığı oranda önümüzdeki yıllarda da sınıflar mücadelesi açından seçimler gündem olmayı sürdürecektir. Türkiye’de seçim ve seçimler, cumhuriyet öncesi de dahil olmak üzere hakim sınıf siyaseti açısından kendi iktidarlarını kitleler nezdinde meşrulaştırmanın ve dolayısıyla iktidarlarının sürdürmenin aracı olarak ele alınmıştır. İttihatçıların “sopalı seçimleri”nden günümüze uzanan bir çizgide hakim sınıfların seçim siyaseti her daim kendi dünya görüşlerine uygun olarak yalan dolan içinde geçmiştir.
Arka planda yaşanan pazarlıklardan, çalma çırpma işlerine, “açık oy gizli tasnif”ten, “trafoya kedi girmesi”ne ve geride bıraktığımız 31 Mart yerel seçimlerinde olduğu gibi T.Kürdistanı illerinde “taşıma seçmen”e kadar son derece demokratik(!) ortamda gerçekleştirilen coğrafyamızda seçimler, hakim sınıflar açısından önem taşımıştır.
Türkiye’de her ne kadar, kimi küçük kısa dönemler hariç, (ki bu dönemlerde kitle hareketinin yükseldiği dönemlerdir) esas olarak faşist diktatörlüğün hüküm sürdüğü, seçimlerin faşizmi maskeleyen bir işlev gördüğü günümüzde ise “başkanlık rejimi” adı altında “tek adam diktatörlüğü”nü meşrulaştırdığı ve tam da bu nedenle de hakim sınıf partileri tarafından önemsendiği bir gerçektir.
Her şey bir yana seçimler, hakim sınıf partileri arasında rakip kliği baskılamanın, kendi klik çıkarlarını, sömürü ve hırsızlıklarını gerçekleştirmenin, halkı “demokrasi” yalanlarıyla oyalamanın ve halk düşmanlığını maskelemenin önemli bir aracı olarak ele alınmıştır.
TC devletinin kurucu partisi olan ve faşist bir parti olduğu tartışmasız olan CHP’nin tek parti iktidarları döneminde halk kitlelerinin muhalefetinin, muhalif burjuva hakim sınıf partilerinin arkasına yedeklenmesinden, CHP’nin “ortanın solu” olduğu iddiasıyla “sosyal demokrat” bir parti olduğu iddiasına ve 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi öncesinde yükselen halk muhalefeti ve devrimci hareketi karşısında bir “alternatif” olarak öne sürülmesine ve son olarak bir yıl önce “Tayyip diktatörlüğü”nden kurtulmak için CHP’nin adayının desteklenmesine kadar yaşanan pratik bunu göstermektedir.
Geride bıraktığımız yerel seçimlere de bu olgu ön plana çıkmıştır. Halkın içinde bulunduğu ve yaşamak zorunda bırakıldığı koşullara yönelik tepkisi; iktidar partisi AKP’ye oy veren emekçi kitlelerin sandığa gitmeyerek veya Yeniden Refah gibi partilere yönelerek; iktidara muhalif olan emekçi kitleler ise burjuva muhalefet partisi CHP’ye oy vererek, düzen içinde tutulmaya devam etmiştir.
Halkın özellikle ekonomik olarak içine düşürüldüğü duruma yönelik tepkisi, düzen sınırları içinde tutulmuştur. Kabul etmek gerekir ki; iktidarı ve muhalefetiyle Türk hakim sınıflarının bütün temsilcileri açısından bu bir başarıdır. Kazanan CHP lideri Özgür Özel’in ifadeleriyle Türk hakim sınıflarının “Türkiye ittifakı”dır!
Halk kitlelerinin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız olarak kendi gündemiyle seçimlerde bir alternatif olma mücadelesi vermediği oranda, hakim sınıfların her iki kliği arasında süregelen bu iktidar dalaşında yedeklenme tehlikesini bertaraf edebilmesi olanaksızdır. Bu perspektif silikleştiği ve dahası araç amaç haline geldiği oranda, hakim sınıfların siyasetine yedeklenmek kaçınılmazdır.
Seçmene kayyım atamak ve halkın tepkisini örgütlemek
Devrimci hareketin güç kaybettiği ve kitlelerle ilişkisi gerilediği oranda geride bıraktığımız genel ve yerel seçim sürecinde bunun örneklerini fazlasıyla yaşadık.
Türk hakim sınıflarının ulusal baskı politikasına maruz kalan ve “üçüncü yol” iddiasındaki Kürt hareketinin dahi kendi bağımsız siyasetinde ısrar etmediği ve hakim sınıf kliklerinin arkasına şu veya bu gerekçeyle yedeklendiği koşullarda devrimci siyasetin kendi politik duruşunda ısrarcı olması, hakim sınıfların her iki kliğinin siyaseti karşısında, “ikinci yol” siyasetinde sebat etmesi önemlidir. Coğrafyamızda sınıflar mücadelesinin belirleyici çizgisi 1971 devrimci kopuşundan ve bu kopuşun komünist çizgisinden beri bellidir.
Reformlar için mücadele demokratik devrim mücadelesini güçlendirdiği oranda kabul edilebilirdir. Tersi reformizme karşılık gelir ve bu çizginin etkisi coğrafyamız sınıflar mücadelesi tarihsel pratiğinin da açıkça kanıtladığı üzere hakim sınıfların icazetine tabidir. İcazetli devrimcilik ve “resmi komünistlik” coğrafyamızın tanık olduğu bir çizgidir. Bu çizginin hakim sınıflar nezdinde kıymeti, halk muhalefetinin hakim sınıfların siyasetinden bağımsızlaşma eğilimiyle doğru orantılıdır.
Seçim gündemi demokratik devrim mücadelesini güçlendirdiği oranda anlamlıdır. Bunun tersi olduğu koşullarda son yerel seçim gündeminde de çokça örneğini gördüğümüz üzere, devrimci mücadelenin salt seçim mücadelesi olduğu yanılgısı ortaya çıkar ki bunun coğrafyamız sınıflar mücadelesi gerçekliği ve çelişkilerin keskinliği nedeniyle bir karşılığı yoktur.
Dahası halkın düzene olan tepkisini yine düzen içinde tutmaya yaramaktadır ve affedilemez bir politik suça karşılık gelmektedir.
Kayyum ve özellikle de depremle birlikte hız verilen yağma düzeninin çerçevelediği gerçeklikten hareketle seçim politikamızı geliştirdik. Buradan doğru temel çıkış noktamız, kitlelerin devrimci demokratik mücadelesinin geliştirilmesi ve örgütlenmesi oldu. Bulunduğumuz alanlarda bu eksende birlik ve mücadele temelinde özellikle de devrimci ajitasyon ve propagandaya yaslanan bir dil geliştirdik.
Mümkün olan en geniş birliktelikleri zorlayan, birleşik mücadeleyi esasa koyan bir hattan ilerledik. Devrimci-ilerici ve yurtsever güçlerin özellikle deprem yıkımının ardından gerektiği gibi üzerine düşen sorumluluk ve olgunlukla birarada yürüme ferasetini göstermediğini açıkça ifade etmeliyiz.
DEM Parti’nin CHP ile AKP arasında gidip gelen politikası onunla birçok alanda birlikte yürümemizi engelleyen bir faktör olmuştur. Diğer yandan özellikle de deprem bölgesinde dar grupçuluk ve kendini dayatan siyaset tarzı güçlü birlikteliklerin gelişmesini engellemiş, ortaya çıkan ittifakların da parçalanmasına neden olmuştur.
Özgün bir alan olarak Dersim İttifakı’nın belediyeyi kazanması önemli bir kazanım olmuştur. Burada ortaya konan İttifak, merkez açısından önemli bir işlev görmüş ve temelde amacına ulaşarak halkın geniş kesimlerini biraraya getirebilmeyi başarmış ve nihayetinde belediye kazanılmıştır.
Benzer bir başarının ilçelerde karşılık bulmaması, İttifakın iç dinamiklerine ilişkin eksikliklerin, ele alışlardaki sorunlu yanların bir tezahürü olarak yaşanmıştır.
Elbette bu konu etraflıca tartışmayı hak etmektedir.
Yerel seçim sürecinde Efrin işgalini destekleyeni adayı olarak ilan eden sosyal reformist TİP’ten, devletin bekasının yanında olduğunu açıklayan sosyal şovenist “resmi” TKP’ye ve tescilli sivil faşistlere oy verme çağrısı yapan EMEP’e uzanan çizgide bu türden anlayışların devrim ve sosyalizm iddiasının pratikte bir karşılığı olmadığı ve olamayacağı, bu türden anlayış ve örgütlenmelerin devrimci hareketin karşısında doğrudan ya da dolaylı olarak önlerinin açıldığı Türkiye devrimci komünist hareketinin yarım asrı aşan tarihsel tecrübesiyle sabittir.
Coğrafyamızda her türden reformist anlayış, geniş halk kitlelerinin düzene olan tepkisi arttığı oranda düzenin itfaiyeciliğine soyunmuştur. 31 Mart yerel seçimleri de bir kez daha göstermiştir ki, bu türden anlayışların söylem ve pratikleri halk kitlelerinin devrimci bir alternatife yönelmesi önünde bir barikat işlevi görmektedir.
Türk hakim sınıflarının demokrasisinin halkın iradesinin temsil edilmesi olmadığının en somut göstergesi, T.Kürdistanı illerindeki seçim sürecinde yaşananlar olmuştur. Daha önceki seçimlerde Kürt halkının seçimle belirlediği belediyelere kayyım atayan faşizm, 31 Mart seçimlerinde belediyeye değil seçmene kayyım atamıştır. T.Kürdistanı’nda yerel seçimler, faşizmin aylar öncesinden planladığı taşımalı seçmen uygulamasıyla, halkın iradesinin seçim sonrası değil seçim esnasında çalınmasıyla gerçekleştirilmiştir.
İlhak edilen bir coğrafyada Kürt halkının en temel demokratik hakkının kullanılması gasp edilmiştir. T.Kürdistanı’nda yaşanan bu durum, faşizmin diğer adımlarıyla birlikte değerlendirildiğinde meselenin sadece taşıma seçmenle seçimin çalınması değil, sonrası için de bir hazırlık olduğu görülmelidir. Faşizm Kürt halkının iradesine kayyım atayarak Kürt ulusuna yönelik ulusal baskı politikasını sürdürmeyi hedeflemektedir.
Elli yıl aradan sonra burjuva muhalefet partisinin yerel seçimleri ilk sırada tamamladığının açıklanması beraberinde halk kitlelerinin içinde bulundukları koşullara yönelik tepkisini göstermekle birlikte, bu tepkinin bir kez daha düzen sınırları içinde ve burjuva muhalefetin arkasında yedeklenmesine işaret etmektedir.
Bu somut gerçeklik halkın içinde bulunduğu duruma tepkisinin göstermekle birlikte, aynı zamanda hakim sınıfların siyasetinden bağımsız bir halk hareketi örgütleme görevinin güncelliğini de teyit etmektedir.