GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | “Cumhuriyetin Kazanımlarına Karşı” TEK YOL MÜCADELE!

Proleter devrimciler, rejimin verili koşulları içinde demokratik kimi haklar ve reformlar uğruna mücadele etmeyi reddetmezler ancak bunu temel perspektifleri ve amaçları yapmazlar, buna tabi kılarlar zira sorun demokratik devrim sorunudur.

Türk hakim sınıfları M. Kemal’in 28 Ekim 1923 günü Çankaya’da Ermeni Soykırımı’nda çökülmüş bir Ermeni mülkünde kurulan rakı sofrasında “Efendiler yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz” diyerek duyurduğu cumhuriyetlerinin 100. yılını kutlamaya hazırlanıyor.

Aradan bir asırlık bir süre geçmiş olmasına rağmen halen cumhuriyetlerinin kuruluşundaki tartışmaların politik gündemi meşgul ediyor olması, bu “devrim”in niteliğine dair önemli bir gösterge olsa da kendisine solcu, devrimci ve hatta “komünist” diyenlerin, Türk hakim sınıflarının bu cumhuriyetini sahiplenip, “kazanım”larından bahsetmesi dikkate değerdir.

Her şeyden önce aradan bir asır geçtikten sonra hakim sınıf kliklerinin halen benzer gündemler üzerinden saflaşmaları ve halk kitlelerini de bu gündemler etrafında kendi arkalarına yedekleme çabaları, Türkiye koşullarında demokratik devrimin güncelliğini göstermektedir. Bir asır önce gerçekleştirildiği propaganda edilen “Kemalist devrim”in ve onun ürünü olan Cumhuriyetin gerçekte, halk kitlelerinin sorunlarına çözüm olmadığını aksine işçi sınıfının ve ezilen halk kitlelerinin mücadelesinin baskı ve katliamlarla bastırılması olduğunu göstermektedir.

“Kemalist devrim”; Kemalistlerin daha milli mücadele sırasında dönemin emperyalistleriyle işbirliğine girerek, olası bir demokratik devrimi engellemesinin, ilan edilen cumhuriyetle birlikte her türden ilerici, devrimci düşüncenin boğulmasının adıdır.

Dolayısıyla Ermeni, Rum, Süryani soykırımı üzerinden kurulan, başta Kürt ulusu olmak üzere ezilen milliyetler ve başta Alevi inancı olmak üzere ezilen inançlar üzerinde baskı ve katliamla şekillenen bu cumhuriyetin kazanımı; Türk-Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan Türkiye işçi sınıfı ve ezilen halkı için, jandarma dipçiği, polis copu ve dahası kitlesel katliamlar, hapis ve sürgünlerden ibarettir.

Çok uzağa gitmeye gerek yok, dün Bartın Amasra’da 41 maden işçisinin, Kürt gerillasının katledilmesi, Alevi inancına Kültür Bakanlığı bünyesinde kayyım atanması girişimleri, kadınların ve LGBTİ+’ların katledilmesi, doğanın rant için talan edilmesi vb. bu cumhuriyetin kazanımlarıdır! Bu kazanımların AKP sayesinde olduğunu propaganda etmek ise tarihi işçi sınıfı ve halkın saflarından değil de hakim sınıfların anlattığı masallardan ibaret sanmakla eşdeğerdir.

Bugün R.T.Erdoğan şahsında tek adam diktatörlüğünden bahsetmek, dünün tek adam diktatörü M.Kemal’i unutmak anlamına gelmemelidir. Cumhuriyet söylemi, ilan edildiği günden itibaren işçi sınıfı ve ezilen halk üzerinde Türk hakim sınıflarının baskı aracı devlet aygıtının kendisini meşrulaştırması ve halk kitleleri üzerinde rıza üretmesi olarak kullanıldı.

M.Kemal bu rejimin kurucu lideri olarak, temsilcisi olduğu hakim sınıfların çıkarları için eski rejimin yıpranmış ve tarihin çöplüğüne yuvarlanmış kurumlarını, o günün şartlarına uygun olarak yeniden örgütlemiştir. Bunu gerçekleştirirken dönemin ilerici, demokratik, devrimci bütün dinamiklerini, kitle ve halk hareketlerini tek adam diktatörü olarak ezmiştir.

Kurulan cumhuriyet burjuva anlamda dahi demokratik olmamıştır.

“Yeni Yüzyıl” projesi: Devlette devamlılık esastır!

Bu anlamıyla günün azılı R.T.Erdoğan muhalifi kimi Kemalistlerin birer birer saf değiştirmeleri sadece makam, mevki ve maaşla ilgili değildir. Sınıf kardeşliğiyle, devletin bekası adı altında kendi sınıf çıkarlarının devam ettirilmesiyle ilgilidir. Cumhuriyetin 100. yılının “yeni yüzyıl” projesiyle ele alınacağının ilan edilmesi, tek adam diktatörlüğü adı altında bu “kazanımların” güncellenerek sürdürülmesidir.

İktidardaki AKP-MHP kliğinin propaganda bakanlığının hazırladığı ve “Türkiye yüzyılı” adı verilen projenin, “vizyon belgesi” adı altında Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı R.T.Erdoğan tarafından gösterişli bir şekilde açıklanması bununla ilgilidir. AKP’nin 2023 seçimlerinde temel sloganı olacağı anlaşılan bu söylem özellikle Türk hakim sınıflarının muhalefetteki kliğini memnun etmemiş olacak ki, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu tarafından “demokratik, laik ve sosyal hukuk devletimizi demokrasi ile taçlandıracağız” sözleriyle yanıtlanıyor.

AKP’nin Türk hakim sınıflarının Türkçü İslamcı çizgisini, İslamcı söylemleri ve pratikleri öne alarak İslamcı Türkçü olarak güncellemesi, uzunca bir süredir başta Kemalistler olmak üzere hakim sınıfların muhalif kliğinin gündemindedir. AKP’nin laikliği ortada kaldırdığı, saltanatı geri getireceği propagandası yapılmaktadır. Bu propagandaya halk saflarında değerlendireceğimiz kimi reformist sol partilerde katılmaktadır.

Ve hatta daha da ileri giderek, “cumhuriyetin kazanımlarını koruyacakları”nı propaganda etmektedirler.

Şimdilerde kendisini “en iyi ülkücü benim” diyerek faşistliğini tescil eden CHP lideri K.Kılıçdaroğlu’nun “haklı olarak” dile getirdiği gibi bu cumhuriyet kimi kısa dönemler hariç, -ki bu dönemler kitlelerin mücadelesinin yükseldiği ve hakim sınıf partileri ve onların devletlerini kırıntı düzeyinde taviz vermek zorunda bıraktığı dönemlerdir- hiçbir zaman demokratik olmamıştır.

Burjuva demokrasisinin bazı kırıntıları yaşanmıştır. Dahası bu cumhuriyet hiçbir zaman laik ve sosyal bir hukuk devleti olmamıştır. Bu durumda bir kazanımdan bahsetmek, politik aptallık değilse bile uzlaşmacı ve sınıf işbirlikçi bir çizgidir. Halka yalan söylemenin ve aldatmanın sözcülüğünü yapmak, politik olarak suç işlemektir.

Günümüz AKP’si, Türk hakim sınıflarının Kemalist kanadının işçi sınıfı ve halka yönelik saldırı, baskı, katliam uygulamalarını kendine kitle desteği sağlamak için ustalıkla kullanmıştır. Örneğin Kemalistlerin Dersim katliamına karşı R.T.Erdoğan “Eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum” açıklamasında bulunmuş, ancak Kürt ulusuna yönelik “çöktürme” planı adı altında yeni katliamlara imza atmıştır.

AKP’nin, Türk hakim sınıflarının Kemalist kliğinin karşısındaki tarihsel ikinci kampının temsilcisi olarak kendisini diğer kliklere kabul ettirmesi, Kemalizm’in kimi faşist uygulamalarını özellikle de İslamcı kesimlere yönelik aydınlanmacı politikalarını eleştirmesiyle, kitlelerin belli bir kesiminin desteğini alması, dahası tıpkı Kemalistlerin başarıyla yaptığı gibi emperyalistlerle işbirliğini geliştirmesi sayesinde olmuştur. AKP ve lideri R.T.Erdoğan devlet aygıtında kendi iktidarını sağlamlaştırdığı oranda özüne dönmüş, işçi sınıfı ve halk düşmanı yüzü daha bir görünür olmuştur.

AKP-MHP bloğu karşısında muhalefetin temsilcisi CHP-İYİP bloğunun tek adam diktatörlüğüne karşı “cumhuriyeti demokratikleştireceğiz” söylemi ise yıpranan rejimi restore etme, R.T.Erdoğan şahsında kitlelerin “tek adam diktatörlüğü”ne yönelik var olan tepkilerini, parlamenter “demokratik cumhuriyet” adı altında faşist diktatörlüğü maskeleme önerisinden başka bir şey değildir.

Bu anlamıyla ortada bir faşist diktatörlük inşası yoktur. TC kurulduğu günden itibaren demokratik maskeli faşist bir diktatörlük olarak ortaya çıkmıştır. Cumhuriyet denilen rejimde bu faşist diktatörlüğü maskeleme işlevi görmüştür. Bu anlamıyla denilebilir ki AKP iktidarı dönemin koşullarına göre ve özellikle emperyalist sermayenin ve Türk hakim sınıfların çıkarları doğrultusunda başarıyla güncellemiştir. Rejimin kitleler nezdinde yıpranan kimi politikaları ve söylemleri revize edilmiş ve devlette devamlılık sağlanmıştır.

Demokratik maskeli faşist diktatörlük: Laiklik ve saltanat devrimciliği(!)

Örneğin Türk hakim sınıflarının muhalefetteki kliğinin temel propagandalarından biri olan ve halkın belli bir kesimi de dahil olmak üzere, kimi ilerici ve demokratları kendi politikası arkasında yedeklediği laiklik meselesini böyledir.

TC kurulduğu günden itibaren hiçbir zaman laik olmamıştır. Türk hakim sınıflarının Sünni, Hanefi mezhebini hakim inanç olarak çeşitli inançlardan Türkiye halkına empoze etmenin devlet aygıtı olarak Osmanlı’nın Şeriyye ve Evkaf Vekaleti’nin yerine Diyanet İşleri Başkanlığı 3 Mart 1924 tarihinde kurulmuştur. Aynı tarihte “Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti”nin kaldırılması ve yerine Genelkurmay Başkanlığı’nın kurulması tesadüf değildir.

Kısaca hakim sınıfların devlet aygıtı açısından “devlette devamlılık esas”tır ve yıkılan Osmanlı’nın yerine kurulan “yeni cumhuriyet”te, devletin zor aygıtları isimlerini değiştirerek ve yeniden yapılandırılarak kurulmuştur.

Dolayısıyla laiklik adına ortada bir kazanımdan bahsetmek, TC devletinin kurulduğu günden itibaren, “din ve devlet işlerini birbirinden ayırma” propagandası altında çeşitli inançlardan Türkiye halkına Diyanet denilen kurum aracılığıyla Sünni, Hanefi mezhebini dayatmanın kazanım olduğunu savunmaktan başka bir şey değildir.

Laiklik adı altında bu kazanım 30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilen “Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması”yla bütün yetki ve uygulama Diyanet’e verilmesiyle pratikleştirilmiştir. Her türlü tekke ve zaviyenin kapatılması adı altında Alevi inanç merkezleri kapatılmış, en tepeden köylere kadar Diyanet kurumu resmi olarak örgütlenmiştir. Devlet aygıtı laiklik adı altında kendi dinini kurmuştur. Hakim inanç dışındaki diğer bütün inançlar yasaklanmış ve baskı altına alınmıştır.

Benzer bir durum “halifelik ve saltanat” meselesinde de vardır. Aradan yüzyıl geçmesine rağmen, AKP’nin ve R.T. Erdoğan’ın Osmanlı saltanatını yeniden kuracağı propagandası yapılmaktadır. Bu “tehlike”den hareketle, M. Kemal’in hilafeti ve saltanatı kaldırarak “ne kadar büyük bir devrim yaptığı” propaganda edilmektedir! Oysa bu meselede de M. Kemal dönemin komprador burjuva ve büyük toprak ağalarının sınıfsal çıkarlarının gereğini yapmış, artık içi boşalan ve çürümüş bu kurumları kaldırarak yerine faşist diktatörlüğü tesis etmiştir.

Bunun bir kazanım olduğunu savunmak, buradan M. Kemal gibi işçi sınıfı ve halk düşmanını devrimci ilan etmek tarihi gerçeklerle alay etmek değilse affedilemez politik bir suçtur. Politik suçtur çünkü bu mesele üzerinden hakim sınıfların klikleri arasında yüzyıldır süren dalaşın arkasında, deyim yerindeyse halk kitlelerine “ölüyü gösterip sıtmaya razı etme” politikası vardır.

Günümüzde kendini devrimci ve hatta komünist olarak tanımlayan reformist partilerin ve çevrelerin AKP’nin İslamcı söylemi ve pratiğiyle hayata geçirdiği kimi adımlar karşısında karşı devrimin yaşandığının iddia etmesi tam da bu nedenledir. Üstelik bizler bu durumu yeni teşhis etmiş ve açıklamış da değiliz. Bundan neredeyse yarım asır önce hilafet ve saltanat meselesine, cumhuriyetin niteliği konusuna dair şu sözler, bu çevrelerin günümüzdeki karşı devrim dediklerine yanıttır: “Revizyonistlerin karşı-devrim dediği, cumhuriyet düzeninin yıkılması ve Sultanlığın tesisidir. Oysa böyle bir şey, artık burjuvazinin genç kesimlerinin de işine gelmez, hatta eski Türk büyük burjuvazisinin de… Dünyada gelişmeler öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, yuvarlanan taçları kimse başına koymaya cesaret edememektedir.

Taçlı bir yönetim artık hakim sınıfların ihtiyaçlarını karşılayamaz, egemenliklerini koruyamaz. Bunu, burjuvazi de bilmektedir. Artık karşı-devrim, ‘demokratik cumhuriyet’ maskeli faşist diktatörlük olabilir ve öyle de olmuştur.” (İbrahim Kaypakkaya)

“Cumhuriyet’in Demokratikleştirilmesi’ne karşı: Tek yol devrim!

Günümüzde aradan bir asır geçtikten sonra bile halen demokratik devrimin konusu ve hedefi olması gereken bu konuların gündem olması, halk kitlelerinin bu gündemler etrafından harekete geçirilmesi ve saflaştırılması, aynı zamanda devrimci harekete de görevler yüklemektedir.

Başta cumhuriyetin kazanımlarının sahiplenilmesi ve kutlanması adı altında rejimin muhalif kliğini arkasında utangaçça sıraya dizilen, sosyal şoven, reformist anlayışlarla her alanda ideolojik mücadele sürdürmek, Kemalizm’le solun ve özellikle de devrimciliğin bir arada olamayacağını, Kemalizm’in faşizm olduğunu, “Erdoğan faşizmi”nden tek farkının devletin kurucu ideolojisi olduğunu her fırsatta propaganda etmek gerekir.

Türk hakim sınıfları ve onların devleti tarafından işçi sınıfı ve emekçi halka cumhuriyet adı altında bir asırdır yaşatılanlar ortadadır. Dahası gelinen aşamada işçi sınıfı ve emekçi halk, cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşamaktadır. İşçi sınıfı ve emekçi halk yoksullaştırılmış, çalışma ve yaşam koşulları daha da ağırlaştırılmıştır. Bunun sorumlusu, her renkten Türk hakim sınıfları, onların ortaklaştıkları zemin olan devlet aygıtı ve cumhuriyet rejimidir. Böyle bir cumhuriyetin kazanımlarından bahsedilmesi, dahası ilanının gericiliğe karşı mevzi kazanımı olduğunun savunulması ve AKP nezdinde “karşı devrim”in geriletilmesi gerektiğinin propaganda edilerek, kitlelere muhalif burjuva kliğinin peşine takınılmasının önerilmesi, faşist diktatörlüğün cumhuriyet adı altında meşrulaştırılması ve Amasra’da madencinin metanla ve Kürt gerillasının kimyasal gazla katledilmesinin onaylanması demektir.

Türkiye Cumhuriyeti hiçbir zaman demokratik bir devlet olmadı. Cumhuriyet denilen rejim, Türk hakim sınıflarının bütün kliklerinin üzerinde ortaklaştıkları zemindir. Onun demokratikleştirilmesinden bahsetmek, Türk hakim sınıflarının devletinin ortadan kaldırılması demektir. Bu anlamıyla cumhuriyetin demokratikleştirilmesi demek bir demokratik devrim sorundur.

Proleter devrimciler, rejimin verili koşulları içinde demokratik kimi haklar ve reformlar uğruna mücadele etmeyi reddetmezler ancak bunu temel perspektifleri ve amaçları yapmazlar, buna tabi kılarlar zira sorun demokratik devrim sorunudur.

Gerçekçi olmak ve imkansızı istemek; devrim iddiası ve perspektifinin bulanıklaştırıldığı, silikleştirildiği, büyük bir kafa karışıklığı yaratıldığı bugünkü koşullarda; birleşik devrimci mücadelemizle “Tek Yol Devrim” demenin tam zamanıdır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu