8 Mart’ın ardından hepimizin gündemine Koronavirüsü büyük bir hızla girdi. 9 Mart günü Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklama ile dünyayı kasıp kavuran virüsün yaşadığımız topraklarda da görüldüğü belirtilip gerekli önlemlerin halkımızca alınması yönlü uyarılar yapılırken ilk gün bir kişi ile açıklanan rakam ilerleyen günlerde yüzlü rakamları buldu. Virüsün varlığı bahsi geçen açıklamanın öncesi günlerde her mecrada söylemlere konu oluyordu, hastanelerde üstü kapalı bir şekilde süreç yürütülmeye çalışılıyordu. Durumun ciddiliğinin kendini ortaya koyması mı, İtalya örneğinden yola çıkarak vehametin alabileceği halden duyulan korku mu, yoksa içerisinde bulunulan siyasi ve ekonomik krizin Koronavirüs ile birleştirilerek yeni bir süreci yaratmasından duyulan umut mu diye sıralayabileceğimiz nice soru eşliğinde bol kolonyalı, maskeli, eldiven ve dezenfektanlı; hijyenin yaşamın temel parçası haline geldiği; işsizlik ve sefaletin ise bir üst raddeye taşındığı günlerden geçiyoruz.
“Evdekal” hashtagi yaşamımızın bir parçası artık. Sokaklar, meydanlar, caddeler bomboş. Bugünün vehameti, yarının belirsizliği marketlerin kurubakliyat ve makarna reyonlarını boşaltırken küçük işletmeler bir bir kepenk kapatmış durumda. Kepenkler bir daha açılır mı bilinmezken büyük patronların kesesi kapanan bu kepenkler ile daha dolacak, burası kesin. Kaldı ki koronavirüsün ekonomideki yansımalarına karşı hazırlanan istikrar paketi bahsettiğimiz bu durumu garanti altına alıyor. Esnek ve evden çalışma koşullarının virüs eşliğinde olağanlaştırılmaya yüz tuttuğu günler, güvencesiz çalışma koşullarının her zamankinden daha fazla yaşamımızın bir parçası haline geleceğinin işareti. Tabi bir işimiz varsa! İşsizlik gün geçtikçe katlanırken güvencesiz çalışma koşullarına rıza da katlandırılacak gibi.
Toplumsal muhalefetten duyulan korku virüse baskın geliyor
Siyasi ve ekonomik krizin bir sonucu olarak baskı ve sindirme politikalarının had safhada kendini gösterdiği son yıllar yaşadığımız toprakları ezilenler açısından açık bir hapishane durumuna getirirken Koronavirüsün yayılmasını önlemek amacıyla evde kalma uyarıları bu durumu daha görünür hale getirdi. Yanlış anlaşılmasın, virüse karşı önlem olarak bu uyarıların gerekliliği aşikar, ancak mevcut sistemin ve onun bir parçası olarak siyasi iktidarın bu gerekliliği kendi lehine kullandığı gerçeğini de değiştirmiyor bu durum. Hatırlayalım, Koronavirüsle ilgili alınan ilk önlemlerden biri sosyal medya mecrasında gereksiz (!) paylaşım yapanlara açılacak soruşturma tehditleri oldu. Yani toplumsal muhalefetin varlığı, virüsten daha fazla korkutmaya devam ediyor birilerini!
Hapishanelerdeki tecridin Koronavirüs gerekçe gösterilerek arttırılması, tutsakların açık/kapalı görüşlere çıkarılmaması, yakınları ve aileleri ile iletişimlerinin sıfıra indirilmesi bunun en yakıcı örneği. Sağlık koşullarının hiçbir şekilde olmadığı, sağlık hakkının çeşitli uygulamalarla engellendiği hapishanelerde tutsakların tutulmaya devam edilmesi; üzerine zaten asgari olan iletişim haklarının sonlandırılması mevcut siyasi iktidarın “insan” odaklı(!) yaklaşımının en somut göstergesidir.
Ezilenler arasındaki etkileşimi, dayanışmayı en aza indirgemek adına virüsü bir araç olarak kullanan devlet, geleceği buradan inşa etmeye devam edecek. Bu öngörünün gerçekliği sadece yaşadığımız topraklarda değil, tüm dünya için geçerli. Ancak İtalya’da balkonlarından müzikle birliktelik ruhunu terk etmeyenler, Almanya’da yaşlıların market ihtiyaçlarını karşılamak için dayanışma ağları örenler, yaşadığımız topraklarda Newroz’u evlerinin balkonlarından kutlayanlar ve daha nice örnek, sistemin işinin o kadar da kolay olmadığını gösteriyor.
Evde kalmak herkes için güvenli mi?
Diğer yandan evde kalmanın virüse karşı bir güvenlik önlemi olduğu ısrarla belirtilirken “Evde kalmak herkes için güvenli mi?” sorusu da yanıtlandırılması gereken yerde duruyor. Sömürücü sistemin ataerki ile iç içe geçmişliğinin bir parçası olarak kadına yönelik şiddet yaşamımızın yakıcı bir parçasıyken evlerin kadınlar için güvenli mekanlar olmadığını defalarca belirttik. Şiddetin türlü hallerinin yaşamları kuşattığı ve “Kol kırılır yen içinde kalır”ın en belirgin halinin ev-aile ikilisi ile yaşandığı bilinirken yaşadığımız süreç tam da bu gerçeğe çanak tutuyor. Koronavirüse karşı korunaklı kılmaya çalıştığımız bedenlerimiz, şiddete açık hale geliyor. Olayın bu yanına karşı önlemler almak, dayanışma ağlarımızı korumak ve geliştirmek her zamankinden daha fazla önem taşıyor bu nedenle.
Diğer yandan ev içi emeğin de görünmezliğinin daha da boyutlandığı bir süreç bu. Hijyen yaşamın her zamankinden daha fazla bir parçası. Bu parçadan sorumlu ise elbette ki kadınlar! Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin bir parçası olarak kadının bakım ve ev içi işlerin “öznesi” olması, erkeğin ise en iyi (!) ihtimalle kendi ihtiyaçlarını karşılamak dışında her şeyden muaf tutuluşu erkek egemen sistemin yarattığı ezen-ezilen çelişkisini boyutlandıran bir yerde duruyor.
Dikkatinizi çekmiş midir bilemeyiz, toplu taşıma araçlarını kullanmak durumunda kalanlar kolonyanın ya da herhangi bir dezenfektanın kadının çantasına zimmetli olduğu gerçekliğiyle yüz yüze kalıyorlar. Toplu taşıma araçlarından çıkışlarda çantalardan çıkarılan dezenfektan ürünler erkeğin hizmetine bir kadın aracılığıyla sunulmak zorunda! Fedakarlık, özveri, annelik çemberi ile sıkıştırılan kadının etrafındaki görünmez duvarların daha da kalınlaştırıldığı bir süreçten geçtiğimiz bu örnekte bile aşikar.
Kısacası meselemiz sadece bir sağlık meselesi değil bugün. Yaşamın diyalektik işleyişi buna aykırı zaten. Sömürücü ve erkek egemen sistemin yaşamın her alanındaki varlığına karşı alternatifi oluşturmak her zamankinden fazla önümüzde duruyor bugün. Ezilenlerin dayanışma ruhunu korumak ve yükseltmek! Koronavirüsün sisteme araçsallığına karşı kendimize araç haline getirmek ancak bu şekilde mümkün. Geleceğe dair karamsarlığın ve bilinememezliğin arttığı bugünlerden dayanışmanın gücüyle çıkmak geleceğe dair umudu yaratacaktır.