Türkiye devrimci hareketinin yaşayan önderlerinden Ecevit Piroğlu’nun ikinci kez başladığı açlık grevi bugün 50. gününde. 168 gün süren ilk açlık grevi direnişi, esir tutulduğu Balkanlar ve Sırbistan tarihinin en uzun süren direnişi olarak kayda geçti. 12 Şubat’ta tutsak olduğu Sırbistan hapishanesinde ikinci kez açlık grevine başlayacağını duyurduğu sesli mesajında Türkiye ve Kürdistan hapishanelerinde 27 Kasım’da açlık grevine başlayan tutsak yoldaşların direnişi selamlayarak “Biz devrimciler, Kürt halkı ve Türkiye halkları, işçi sınıfı bu zulme karşı hiçbir zaman başeğmedik ve başeğmeyeceğiz. Bizler Spartaküslerden, Bedrettinlerden, Necdet Adalı’dan, Mazlumlardan bu yana faşizme karşı her zaman dik durduk ve her koşulda direndik.” diye ekledi. Mesajı yüzyıllardır farklı coğrafyalarda süren devrimci direniş geleneğinin kopmaz bir halkası olarak devrimci iradeye baş eğdirelemeyeceğinin bir kez daha kendi şahsında irade beyanıydı.
Piroğlu yoldaş, 50 yılı bulan yaşamının neredeyse 35 yılını kesintisiz mücadeleyle geçirdi. 90’larda boy veren tasfiyeciliğe karşı örgütte ısrarın inşacılarından ve yeni kuşak devrimci önderlerinden oldu. “Devrim için savaşmayana sosyalist denmez” şiarının bayraktarlarlığında düzen sınırları içerisinde ve “kendi sağından medet uman” bir sosyalizm mücadelesinin reddiyesi olarak Türkiye işçi sınıfının kurtuluş yolunun Kürt halkının özgürlük mücadelesiyle kuracağı birleşik devrimci savaştan geçtiğini pratikleştiren bir öncülük üstlendi. Türkiye işçi sınıfı mücadelesini Kürt özgürlük mücadelesinden ayrıştırıcı sosyal şovenizmin, devlet “gölgesinde” büyüme konforuna karşı bizzat barikatın ve savaşın içinde Gezi Ayaklanması’nı Rojava’yla buluşturan enternasyonalist devrimciliğin meşakatli, sarp ve dikenli yollarını yürüdü. Kuşkusuz onların yürüdüğü yol “2911’e muhalefet” kanunun ceza-i müeyyide sınırlarını aşıyor ve o yolun büyüme “riski” sadece Türkiye sömürgeci kapitalizmini tedirgin etmiyor diğer burjuva devletleri de aralarındaki tüm çelişkilere rağmen devrimcilere karşı işbirliği yapmaya zorluyordu. Bu açıdan Ecevit Piroğlu davası sadece bir kişinin “özgürlük” davası değil 34 aydır Sırbistan zindanlarına sıkışmış iki sınıfın ideoloijik-politik kavgasıdır. O nedenle; Türkiye, Sırbistan ve uluslararası burjuva hukuk tüm yazılı kaidelerini askıya almış, ortaya bir gerekçe dahi koyma ihtiyacı duymadan Piroğlu şahsında işçi sınıfı ideolojisine “savaş hukuku” işletmektedir. Bu burjuva sınıf işbirliğine karşı Türkiye, Kürdistan ve dünya devrimcilerinin, sosyalistlerinin, yurtseverlerinin 34 aydır ortaya koydukları dayanışma gösterileri ve destekleri çok değerlidir. Bu sahiplenme ve Ecevit Piroğlu’nun 168 gün süren direnişi korsanca bir saldırıyı durdurmayı önledi. Ancak geldiğimiz aşamada yeterli değildir. Ecevit Piroğlu’yla yada onun temsil ettiği siyasi zeminle dayanışma bahsini aşan kritik bir eşikteyiz. Piroğlu kuşkusuz 35 yıldır sürdürdüğü devrimci savaşımın ve aldığı pratik kararların gerektirdiği bedelleri bilerek ve gerektiğinde bu bedelleri ödeyerek yolunu yürüdü. Halen de sonu ne olursa olsun hangi bedeli gerektirse gerektirsin işçi sınıfının devrimci bir neferi olarak başeğmeyeceğini ilan ediyor. Onun dilini dahi bilmediği bir ülkenin zindanlarında devrimci direniş adına ortaya koyabileceği tek silahı var o da bedeni. Onunla varlık yokluk savaşı veriyor. Bu kritik eşikte başta dışarıda olan bizler, yüzlerce imkanı ve direniş araçlarına sahip olan bizler Türkiye’de ve Avrupa’da günlük rutinlerimizi bozarak ve Erdoğan’a gardiyanlık yapanların günlük rutinlerini bozarak, Piroğlu’nun direnişine seferberlik ruhuyla, yaratıcı, kararlı pratiklerle sahip çıkmalıyız. Haklı ve meşru olan biziz. Piroğlu’nun yoldaşları, siper yoldaşları ve dostları yarın daha fazla geç olmadan bu direnişin hepimizin direnişi olduğu bilinciyle dünü aşan bir yaklaşım ortaya koyabilirsek Türkiye ve Kürdistan halklarının birleşik mücadelesine karşı birçok cephede yürütülen tasfiye saldırılarının bir ayağını boşa çıkarmış olacağız.
34 aydır karşımızda kurulan Türkiye ve Sırbistan burjuva devletlerinin kirli işbirliği Ecevit Piroğlu’nu etkisiz kılmak adına iadeden, korsanca kaçırmaya kadar birçok defa farklı girişimlerde bulundu. Bu yollar boşa düşürüldü, başarılı olamadılar. Bugün belli ki yeteri kadar sahiplenme yükselmezse onun yürüttüğü direniş sonucunda “ölmesini” umuyorlar. Bu beklentilerinin gerçekleşmesinin tek koşulu bizim “yetersiz yoldaşlığımız” olacaktır.
Ayaklarımızı bastığımız topraklar birbiri için canfeda dövüşenlerin gelenekleriyle doludur. Yine Rojava toprakları yüzlerini daha önceden hiç görmemiş insanların IŞİD’e ve sömürgeciliğe karşı kahramanca savaştığı, kahramanca toprağa düştüğü devrimci enternasyonalizmin, devrimci dayanışmanın yükseldiği yerin adıdır.
30 Mart’ta THKO önderleri Denizler hakkında verilen idam kararını hükümsüz kılmak adına kendi varlıklarını ortaya koyan THKP-C önderleri Mayir Çayan ve yoldaşlarının yarattığı yoldaşlık manifestosu 52 yıldır birleşik mücadelenin şanı olarak hepimize ilham veriyor. Bu ilham bugünde zindanlardan, dağlara, meydanlardan, şehirlere kendi örneklerini yaratarak sürüyor. Kızıldere’den Rojava’ya uzanan yoldaşlık; dost kim, düşman kim sorusuna verilen en berrak en pratik cevaptır.
Yarın geç olmadan şimdi bu netlikle doğru yoldaşlığın zamanıdır