GüncelKadınLGBTİ+Makaleler

KADINLARIN BİRLİĞİ | Ringde Cinsiyet Savaşı: Imane Khelif, Lin Yu-ting ve 2024 Paris Olimpiyatları-1-

"PCOS uzmanı Aless Bove soruyor: “Kadınlar vücutlarında doğal olarak bulunan bir şey için neden dışlansınlar?” Ya da bir erkek fazla östrojen salgıladığı için dışlanmıyorsa, kadınlar neden dışlansın?"

Dört yılda bir yapılan Olimpiyat Oyunları, bugüne kadar birçok tartışmaya neden oldu. 1936’daki Berlin Olimpiyatlarına, Almanya’nın Nazi propagandası nedeniyle ırkçılık karşıtı tartışmalar damgasını vururken, Afro-Amerikan koşucu Jesse Owens, dört altın madalya kazanarak ırkçılık karşıtlığının sembolüne dönüştü. Ya da örneğin ekonomik krizin Brezilya’yı sarstığı bir dönemde 2016 Rio Olimpiyatlarına ise oyunlar için harcanan devasa bütçeler, kent yoksullarının şehir dışına sürülmesi, buna karşı yapılan protesto gösterilerinin şiddetle bastırılması yani doğrudan sınıf mücadelesi damgasını vurdu.

Olimpiyatlarda kadınlara ilişkin tartışmalar ise 1896 yılından itibaren çeşitli şekillerde yaşanmaya başladı. Zira modern Olimpiyatların kurucusu Pierre de Coubertin, kadınların fiziksel olarak yarışmasını “uygunsuz” buluyor ve Olimpiyatları “erkeklerin, kas gücüyle elde ettiği başarının kutlandığı” bir etkinlik olarak görüyordu. Buna karşın kadınlar, ilk kez resmi olarak 1900 yılında, Paris’te düzenlenen ikinci modern Olimpiyat Oyunları’nda katıldılar. Ancak elbette bu oyunlarda kadınlar tenis ve golf gibi birkaç “naif” denilebilecek sporda yarışma hakkına sahip olmuştu.

Ama kadınların Olimpiyat oyunlarındaki ikincil durumunun değişmesi için daha çok yol vardı. 1928 Amsterdam Olimpiyatları, kadınların ilk kez atletizm yarışmalarına katıldığı oyunlar olarak tarihe geçti. Ancak 800 metre koşusu, özellikle tartışmalı bir yarışma oldu. Bu yarışta birkaç kadın sporcu bitiş çizgisine yorgun ve bitkin düştü, “kadınların bu kadar uzun mesafeleri koşmaya uygun olmadıkları” yorumuyla birlikte bu olay, kadınların atletizmde uzun mesafeli koşulara katılımının 1960’lara kadar yasaklanmasına yol açtı. Maraton koşusuna katılım için 1984 yılını beklemeleri gerekecekti.

Cinsiyet Testleri ve Ayrımcı Uygulamalar: Sporda Adaletin Sorgulanması

1960 Roma Olimpiyatlarında kadınların katılımı noktasında bir tık ileri adımlar atılmış olsa da, onları daha büyük bir sürpriz bekliyordu. Zira 1960 Olimpiyatları kadın sporculara cinsiyet testlerinin uygulanmaya başlandığı ilk oyunlardı. Bu testler, kadın kategorilerinde yarışan sporcuların “gerçekten kadın olduklarını” “doğrulamak” amacıyla yapılmaya başlandı ve özellikle fiziksel olarak daha güçlü görünen kadın sporculara yönelik ayrımcılığı körükledi. Elbette “gerçek kadın” modeli beyaz, kırılgan, zayıf, kassız vb. ırkçı ve kadın düşmanı bir model. (Bu model, sadece sporda değil günlük yaşamımızda dahi hayatımızı cehenneme çeviren ve ulaşılması hemen hemen imkansız bir dayatmadır.)

Bu testlerin amacı, sözde adalet adına ve genellikle, bu sporcuların biyolojik avantajlara sahip olup olmadıklarını öğrenmek olarak ifade ediliyor. Ancak kimin ne kadar kadın olduğunu belirlemeye yönelik bu insan mahremiyetini ihlal eden, insan haklarına da aykırı testler üzerine yürütülen tartışmalar, sporu yalnızca fiziksel güç ve yetenek üzerinden değerlendiren, indirgemeci ve özünde yine cinsiyetçi bir yaklaşıma dayanıyor.

Bu testler, çoğunlukla kromozom veya testosteron hormonu seviyesi üzerine incelemelere dayanıyor. Örneğin, 1985 yılında İspanyol atlet Maria José Martínez-Patiño’nun cinsiyet testi, XY kromozomlarına sahip olduğunu ortaya çıkardı. Bunun sonucunda, Patiño’nun yarışması yasaklandı ve spor kariyeri büyük zarar gördü.

Fetüsün gelişim sürecinde ÇOĞU dişinin iki X kromozomu (XX) alırken, ÇOĞU erkeğin bir X ve bir Y kromozomu (XY) aldığı bilimsel bir gerçeklik. “Çoğu” kelimesine özel dikkat çekmek istiyoruz, çünkü, hamileliğin bir noktasında bazı bebeklerin üreme organları çoğu insanınki gibi gelişmiyor. Zira DSD denilen durumlarda cinsiyet gelişiminde farklılıklar yaşanıyor. Ayrıntıya girmeden şunu açıkça söyleyebiliriz ki, nihayetinde kromozomların bir kişinin cinsiyetini etkilediğini söyleyebiliriz ancak belirlediğini değil. Dolayısıyla kromozom test dayatması, kadınların mahremiyet ve insan haklarına bir saldırı olmasının yanı sıra, bilimsel olarak kullanışlı bir yöntem de değil.

Ve tabii bu testlerin ikinci biçimi de testosteron ölçümüne dayanıyor. Oysa testosteron testi de, cinsiyet belirleme için güvenilir bir yöntem değildir. Testosteron, hem erkeklerde hem de kadınlarda bulunan bir hormondur, ancak seviyeleri cinsiyete, yaşa ve bireysel farklılıklara göre değişebilir. Kadınlar da testosteron üretir ancak erkeklerde genellikle daha yüksek seviyelerde bulunur. Testosteron düzeyleri, bireyin cinsiyet kimliği veya biyolojik cinsiyeti hakkında mutlak bir bilgi vermez. Ayrıca, bazı kadınlar doğal olarak yüksek testosteron seviyelerine sahip olabilirler ve bu durum onların kadın kimliğini veya biyolojik cinsiyetlerini değiştirmez. Hele ki beyanı bu yöndeyse…

Bu testin uygulandığı ve testosteron hormonunu baskılamaya yönelik yöntemlerin dayatıldığı trajik örnekler de mevcut. Örneğin Güney Afrikalı atlet Caster Semenya‘nın durumu, cinsiyet testlerine ilişkin en güncel ve tartışmalı olaylardan biridir. 2009 yılında Dünya Atletizm Şampiyonası’nda altın madalya kazanmasının ardından Semenya’nın cinsiyetine dair şüpheler ortaya atıldı. Semenya’nın doğal olarak (yani doping vb. nedenlerle değil) yüksek testosteron seviyelerine sahip olduğu tespit edildi ve bu durum, onun yarışmalara katılma hakkı konusunda büyük bir tartışma başlattı. Semenya yarışmalara katılmak için hormon seviyelerini tıbbi olarak değiştirmeye zorlandı ve invaziv testler ve düzenlemeler de dahil olmak üzere uygunluğuna yönelik çok sayıda zorluğa yol açtı. Yine Ugandalı atlet Annet Negesa da, doğal olarak yüksek olan testosteron seviyesini düşürmek amacıyla gereksiz bir ameliyata zorlandı. Ameliyat Negesa’nın kariyerini sona erdirdi ve ciddi fiziksel ve psikolojik zarara yol açtı.

Bu noktada en anlamlı sorulardan birini PCOS uzmanı Aless Bove soruyor: “Kadınlar vücutlarında doğal olarak bulunan bir şey için neden dışlansınlar?” Ya da bir erkek fazla östrojen salgıladığı için dışlanmıyorsa, kadınlar neden dışlansın? Bove ayrıca, doğal olarak daha yüksek testosterona sahip kadınların sporda bazı avantajları olsa da, bunun cinsiyetlerinin sorgulanması gerektiği anlamına gelmediğini belirtiyor. Bove, Jamaikalı koşucu Usain Bolt’un hızına katkıda bulunan kas yapısının haksız bir avantajdan ziyade genetikten kaynaklandığına işaret ederek bunu örneklendiriyor. (Devam edecek)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu