Patriarkal sistemin, kadın ve LGBTİ+lara dönük saldırıları sonucunda her gün neredeyse 8 kadın katlediliyor. AKP-MHP faşist iktidarının kadınlara dönük saldırıları, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması ile başka bir viraja girmiş, özellikle kadına yönelik şiddet ve kadın katliamları hızla artmıştır.
Gerici-faşist çeşitli platformlara yaslanan ve iktidardan güven alan erkekler tarafından birçok kadın katledilirken, birçok erkek sözleşmenin fes edilmesinden güç aldığını açıktan ifade etmiştir.
Mevcut siyasi iktidar, kadın ve LGBTİ+ düşmanı politikaları, sistematik bir şekilde devreye sokmaya devam ediyor. Bunun son örneklerinden biri de yakın zamanda dört yıllık bir program çerçevesinde oluşturulan ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı tarafından hazırlanan “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planıdır”. Bu plan kapsamında “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Kurulu” oluşturuldu.
Öncesinde yine bakanlık tarafından 81 ilde “İşimiz gücümüz aile” diyerek “aile” çalıştayları düzenlenmişti. AKP, bu politikalarla boşanmayı zorlaştırmayı hedeflerken nafaka hakkı başta olmak üzere kadın kazanımlarını tartışmaya konusu yapmayı sürdürdü.
Yukarıda bahsettiklerimiz ve daha sayamadığımız birçok kadın düşmanı politika ile “aile”yi güçlendiren ve kadını ev içine hapsederek “zayıf düşüren” kadın düşmanı bir politik hat oturtulmuştur. Bu dört yıllık program çerçevesinde oluşturulan “Ailenin Korunması ve Güçlendirilmesi Vizyon Belgesi ve Eylem Planı”, bu saldırıların en sonuncusu olarak kadınlara dönük saldırıların boyutu ve yapılmak istenenin kapsamı hakkında fikir vermektedir. İktidarın hazırlamış olduğu planda, 5 stratejik amaç tanımlanmaktadır. Bunların ilki ve en belirleyicisi, “küresel riskler ve demografik dönüşüm karşısında ailenin korunması” şeklindeki maddedir. Bu madde ile kadınların hem evliliğe hem de çocuk doğurmaya teşvik edildiğini görüyoruz.
Kadınlara dönük saldırı politikalarının tablosu hakkında çok daha fazla şey söylenebilir. Ancak bu kadarından dahi görüldüğü gibi bu tablonun yarattığı sonuçlar, kadınların her gün daha fazla şiddet görmesine ve günde neredeyse 8 kadının katledilmesine neden olmaktadır.
Kadın hareketi her ne kadar mücadele ısrarından vazgeçmemiş olsa da -özellikle İstanbul Sözleşmesi’nin kadınların başarılı bir mücadele vermesine rağmen- örülen kadın mücadelesinin ivmesinin düşmeye başladığını söylemek durumundayız. Türkiye’deki devrimci muhalif hareketin durumundan çok bağımsız ilerleyemeyen kadın hareketi de gerileyen sınıf mücadelesinden payına düşeni almaktadır. Egemenlerin kapsamlı saldırıları devrimci ve ilerici hareketini geriletmiş, toplumda oluşan “rahatsızlık”, “öfke”, “tepki” sınıf hareketi ile buluşamayınca kendi içine hapsedilmiş ve düzen içine sıkıştırılmaya çalışılmış ve belli bir oranda başarılı da olunmuştur.
Kadın hareketinde de bu durum benzer bir seyir izlemektedir. AKP-MHP iktidarının kadın düşmanı politikalarına karşı açığa çıkan isyan kadın mücadelesiylle birlikte kendini göstermiş ancak son 2-3 yıldır bu ivmenin düşmesine engel olunamamıştır.
Kendiliğindenciliğe kapılmayalım!
Tabi ki kadın hareketinden bahsederken kadın hareketinin başta devrimci- sosyalist özneleri ve feminist kadın öz örgütlenmelerinden söz ettiğimiz bilinmelidir. Yani kadın hareketinin devrimci, sosyalist, yurtsever ve feminist öznelerinin tek tek tamamının kadın mücadelesi yürütmedeki ivmesi de benzer şekilde düşmektedir.
Kadın çalışmamamız açısından da benzer bir durumdan bahsetmek durumundayız. Bir taraftan onlarca kadınla temas kurulmuşken diğer yandan bu temasın örgütlülüğe dönüşememesi, dağınık ve takvimsel günlere sıkışan bir faaliyetimiz sözkonusu.
Bununla birlikte son dönemde farklı alanlarda faaliyet yürüten genç kadınların örgütlenmesi, bu kadın kitleleriyle kurulan temasın örgütlü bir güce dönüşmesi için önemli bir rol oynayabilir. Çevremizdeki veya başka alanlarda örgütlü olan kadınların cins bilinci ile donanması için hareket planına, perspektife ihtiyacımız olduğu açıktır.
Bu perspektif için ise daha örgütlü bir duruşa, yapıya kavuşmak zorunluluktur. Bunun başkaları tarafından, “dışardan” planlamasını beklemeden, süreci örmeye başlamak gerekmektedir. Bunun her kadının örgütlenme ve kadın kitlelerini kadın örgütümüzün bir parçası olması için harekete geçirme açısından önemi görülmelidir. Çünkü durağanlığa kapılmadan hareket etmek, kadın örgütümüzün büyümesi için zorunluluktur. Diğer türlü maalesef kendiliğindenci bir şekilde ilerleyen sürecin, bizlere bir faydası olmayacak; bu dağınıklık kadın mücadelesinden ve bilincinden bir uzaklaşma yaşanmasına neden olacaktır.
Bu “uzaklaşma ve kadın mücadelesine yabancılaşma” hali, kadın faaliyetçilerde geliştikçe, çevremizdeki kadınlarda da yayılacaktır. Bu da kurumların diğer bütün işlerini kadın mücadelesinin, örgütlenmesinin önüne geçirecek veya bütün o işler daha “önemli” bir hale gelecektir. Kadın örgütümüzle, kadın faaliyetçilerimizle kadın mücadelesi arasındaki makasının açılması bunun sonucu olarak gelişecektir. Örneğin son dönemde günde 8 kadının katledilmesine dair küçük de olsa bir refleks verilememiştir.
Yaz sürecinin getirdiği dağınıklık, parçalı olma hali bu bahsettiğimiz durumun derinleşmesini getirebilir. Bunu önlemek için önümüze çeşitli toplantılar, atölyeler veya 3-4 günlük de olsa yaz çalışması koymak mücadelemizin bir yerinden tekrar yakalamamıza faydalı olabilir. Diğer taraftan yaz aylarında farklı şehirlere gidecek kadın yoldaşlarımızın, gittikleri şehirlerde kadın mücadelesinin bir parçası olmasını kolaylaştıracaktır.
Unutmayalım ki, kadın mücadelesinin süreklileşmesi büyük bir çaba ile ısrar etmeye bağlıdır. Hareketsizlik diğer tüm sınıf mücadelesinin alanlarında olduğu gibi ama çok daha fazla zarar verir kadın mücadelesine. Bunu bir an bile unutmadan hareket edelim.