Egemenlerin dört bir yanda pervasız saldırıları her yanımızı kuşatırken direnişin gençliğin öncülüğünde kararlılıkla büyüyen direnişlerde boy verdiğini görmenin coşkusu içindeyiz.
Yol arayışının, yol açma gayretinin dört bir yanda, bir kelebeğin çırpınışı gibi büyüdüğünü söylemek zor olmasa gerek. Bu kelebeklerin ışıltısını gören gözler için durum şüphesiz böyle, peki görmeyene ne yapmalı? Birlikte bakmanın bir vesilesi olarak gördüklerimizi paylaşmalıyız.
“Zulmünüz artsın ki tez zeval bulasın”
Kayyumlar, işten atmalar, işgal, devletin kutsal aile politikası, halka dönük saldırıların önemli bir bölümünü ifade ederken geride bıraktığımız süreç içerisinde bir yandan saldırıların bir yandan direnişlerin örneklerini açığa çıkardı.
Bu sorunlar karşısında toplumun önemli bir kesimi 2015’ten bu yana geride bıraktığımız tarihsel süreç içerisinde ciddi bir olağanlaşma ve kanıksama haline sahip olsa da bugün açısından gençliğin geçmişin olumlu bir dizi deneyimini hatırlatan ciddi bir direniş örneğini sergilediği bir süreç oldu.
“Zulmünüz artsın ki tez zeval bulasın” sözünün yaşamdaki karşılığı hep böyle olmasa da direnişi bastırmaya dönük saldırılara karşı daha fazla direnme kararlılığı egemenlerin iktidarını daha fazla sarsmanın adımı olabiliyor. Bugün açısından yaşananlarda bu sürece hizmet ediyor.
“Faşizm Çıplak Elle Yıkılmaz!”
Halkın önemli bir kısmı açısından T. Kürdistanı’nda 3 dönemdir arka arkaya atanan kayyumlar artık devletin bir gerçeği olarak tartışılıp buna karşı verilecek tepkinin çeşitli biçimlere sıkıştığına yönelik ciddi bir kabul görme hali gelişmişken gençlik öncülüğünde olağan olanın direniş olduğunu gösteren bir mücadele sergilendi.
Batman, Mardin, Halfeti’de gençlik gece gündüz demeden sözüyle eylemiyle “Kayyum Defol!” dedi. Birçok kentte daha ilk günden itibaren gençler, halk polisler tarafından söyledikleri sözler, attıkları sloganlar, kayyumu protesto etmeleri dahi gerekçe gösterilerek işkenceyle gözaltına alınıp yüzlerce insan tutuklandı.
Buna rağmen sokaklarda olmaya günlerce eylemler örgütlemeye, barikatlar kurmaya, ateşler yakmaya devam eden bir irade kuşanıldı. “Kayyum çık dışarıya burası halkındır! Neredesin kayyum irademizi çiğneyemezsin karşımıza çık!” dediği için işkence yapılan gence “Kayyumun selamı” söylenirken sokaklarda direnişin sesi büyütülmeye devam edildi. Faşizmin TOMA’sı, polisi, jandarması güç gösterisi yapmak isterken her sokakta direnen bulduğu her şeyi barikata dönüştüren bir irade karşısında çakılı kaldı. Kayyumun güvenliği için belediye önünde bekleyen halka saldıran devlet, halkın ellerinde kendisine yönelen taşlarla direnişin duvarına takıldı.
“Faşizm çıplak elle yıkılmaz” diyen gençliğin militan mücadelesinin faşizmin pervasızlığına en iyi yanıt olduğunu gösteren başta kayyum atanan kentler olmak üzere tüm kentlerde çeşitli eylem ve etkinliklerin organize edildiği ortaya konulan direnişin her alanda büyütülmek istendiği bir süreci geride bıraktık. Meşru-militan mücadelenin önemli adımlarına tanık olduğumuzu söyleyebiliriz. Bu parıltıdan öğrenmek bu sürecin ders ve deneyimlerini unuttuğumuz yer yer geride bıraktığımız olumlu deneyimlerimizin yeniden tartışıldığı uygulandığı bir süreç olarak değerlendirip ders çıkarmak önemli bir yerde durmaktadır.
Direnişlerden Öğrenelim!
Bugün fabrika önlerinde direnen işçilerin, 25 Kasım’da yasakları tanımayan kadın ve LGBTİ+’ların, polis şiddeti ile bastırılmak istendiği Filistin’e giden gemileri durdurmak isteyenlerin polis şiddetinin muhattabı olduğu bir yerde T. Kürdistanı’nda kayyumlar karşısında fiili meşru mücadeleyi ortaya koyan irade öğretici olmalıdır.
Elbette bugün kayyumlar koltuğunda oturmaya devam etmektedir. Ancak istedikleri sessizlik, işkence ve baskıyla sağlanamaz hale gelmiştir. Geceye ışık tutan ateşler, düşmana korku salan bir direniş olmuş durumdadır. Bugün açısından küçük ancak benzer saldırıların muhattabı olan halk kitlelerinin mücadelesi açısından önemli bir örnek oluşturmaktadır. Aslolan bu pratikten öğrenmektir.
Bugün kayyumlar elini kolunu sallayarak “normal” yaşamına dönemiyorsa, patronlarında, kadına yönelik şiddetin sorumlularının da dönememesinin imkan ve olanakları düşünülmelidir. Devletin egemenler adına uyguladığı şiddet apaçık ortayken halkın kendi şiddetini ortaya koymaktan başka çaresi yoktur. Gerçekleştirilen direniş, bir günün ürünü bir haftanın ürünü olarak düşünülebilir. Ancak durum bundan çok daha ötesidir. Kürt ulusunun on yıllardır çeşitli düzeylerde yarattığı, yaşattığı örgütlü mücadele bu gücün kaynağıdır. Bugün ortaya koyduğu mücadele örgütlü mücadelenin ürünüdür. Devletin bu süreci bastırma gayreti ve hedefi dahi örgütlü gücün dağıtılması durumunda başarılacağı kanısındadır.
Ancak parçadan bütüne örgütlü bir halkın kendini her saldırı karşısında kendisini tekrar tekrar örgütleme olanağı yarattığını bir çok örnekte görüyüroz. Her saldırı diremişin ve örgütlenmenin gerekçesi haline getirilebilir, getirilmelidir. Her karşı çıkış yeni bir karşı çıkşın vesilesi olabilir olmalıdır. Her hak kazanımı yeni bir hak kazanımının imkanı olabilir olmalıdır.
Bunu ortaya koyacak olan kimdir?
Bu güç halkın kendisi, onu oluşturan bireylerin sorumluluğundadır. Direnmeyi direnen, savaşmayı savaşan, öğrenmeyi öğrenen, kazanmayı mücadele eden başarabilir.
Bu bilinçle bulunduğumuz her alanda direnişin sesi olmaktan, direnişin öznesi olmaya uzanan bir yaşam pratiğini inşa etmek halk saflarında bulunan her bireyin sorumluluğudur. Gençliğin yukarıda ifade ettiğimiz sürecin doğrudan öznesi olduğuna ayrıca parantez açmaya gerek yoktur. Gençlik açısından bu sorunlar karşısında aldığı tutum yeni olduğu yaşamın nasıl şekilleneği ile doğrudan ilişkiliyken sessiz kalmak, öğrenmemek, direnmemek, savaşmamak, mücadele etmemek geleceğini kaybetmekle aynı anlama gelmektedir. Geleceğini kazanmak isteyen her gencin bu sorumluklar doğrudan omuzlarında durmaktadır. Yarınımıza yön veren bu sorumlulukla nasıl bir ilişki kurduğumuzla alakalıdır. Bugün direnişin bayrağını yükselmek görev ve sorumluklarımızla daha güçlü bağlar kurmak geleceği kazanmanın anahtarı olurken umudun büyümesi demektir.