Geçtiğimiz haftanın yoğun aktüalitesi içinde, hele tüm dikkatler televizyondaki çakma Ekrem-Binali söz düellosuna odaklanmışken, iki önemli olay görmezden gelindi, muhalif olanların büyük kısmı da dahil medyada en küçük bir yankıya dahi değer bulunmadı. Her iki olay da, soykırımcılığın yüz yıl arayla halklarımızın bağrından koparttığı seçkin Ermeni aydınlarıyla ilgiliydi.
İlki İttihat ve Terakki’cilerin 1915’te Beyazıt Meydanı’nda idam ettirdiği sosyalist Paramaz (Madteos Sarkisyan) ve on dokuz yoldaşı için 15 Haziran günüEdirnekapı Ermeni Mezarlığı’nda yapılan anma töreniydi.
Diğeri, 12 yıl önce alçakça katledilmiş olan Agos gazetesi yöneticisi Hrant Dink’in İstanbul Şişli Sebat Apartmanı’ndaki çalışma ofisinin 17 Haziran’da “23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı” olarak ziyarete açılmasıydı.
Seksen yaşındaki kavramsal sanatçı Sarkis’in büyük katkısıyla yaratılan mekâna bu isim Hrant Dink’in 23 Nisan 1996’da Agos’ta yayımlanan “23,5 Nisan” başlıklı yazısına atfen verilmişti.
Mekânın çalışmaları 2015 yılının sonbaharında başlatılmıştı. Hazırlık aşamasında Avrupa, Amerika, Güney Amerika ve Güney Afrika’daki on beş ülkede, yaşanmış zor anılarla yüzleşme amacıyla ortaya konmuş seksenden fazla hafıza mekânı ve müze ziyaret edilmişti. Bu mekânlar arasında, apartheid rejiminde yaşanan ayrımcı uygulamaları gün yüzüne çıkaran müze ve hafıza mekânları, holokost döneminin toplama ve imha kampları, Güney Amerika’da yaşanan darbe döneminde gizli tutuklama ve işkence yeri olarak kullanılmış alanlar yer almıştı.
Bu hafıza anıtının yaratılmasında en büyük onur hiç kuşkusuz Hrant’ın sevgili eşi ve Hrant Dink Vakfı Başkanı Rakel Dink’e ait.
Rakel Dink, bu mekânın açılması da dahil, Hrant’ın anısını ve kavgasını yaşatmak için vakfın gündeminde olan birçok projeyi, 25 Mart 2014’te kardeşi Mihail ile birlikte Brüksel’de Güneş Atölyeleri’ni ziyareti sırasında bizlere büyük bir coşkuyla anlatmıştı.
Brüksel, Rakel’in özel yaşamı açısından son derece önemli, çünkü Ermeni diyasporasının 80’li yıllarda oluşmaya başlayan yeni kuşağı içinde onun Ermeni Vartosu’ndan kopup Belçika’ya gelmiş olan ailesi saygın bir yere sahip. Sanıyorum Rakel dışında ailenin tüm fertleri 80’li yıllardan itibaren ya Belçika’ya ya da Fransa’ya yerleşmiş.
Ailenin reisi, Rakel’in babası Siyament Ağa, 2004 yılında Brüksel’de bu dünyaya veda etti.
Hrant bu ailenin damadı… Öldürülmesinden kısa bir süre önce Avrupa Birliği’nin Türkiye’de insan hakları konusunda düzenlediği bir konferansa birlikte katılmıştık. Brüksel’e gelmek ona sevgili eşi Rakel’in ailesiyle de özlem giderme mutluluğu veriyordu.
Rakel Dink, ailesinin dramatik sürgün öyküsünü Ermeni Soykırımı’nın 100. yıldönümünde “Acı acı ağlıyorum” başlıklı bir yazıda şöyle anlatmıştı:
“1959’da şimdi Şırnak’a bağlı olan Ermeni Varto Aşireti’nde doğdum. Adı şimdi Yolağzı Köyü olarak değişmiştir. Varto, babamın dedesinin adı, Vartan’dan gelir. Büyük dede Vartan zamanında Van’dan gelmiş oraya. Cudi Dağı’nın güney eteğinde bulunur. Irak ve Suriye sınırına yakın. Cudi Dağı bizim oradan bakarken çok heybetlidir. Bize komşu Hasana köyünden ise kanatlarını üzerine germiş gibi görünür. Şimdi ise ne Hasana Köyü ne de Ermeni Varto Aşireti var. 1915’te yok etme fermanı gelir. Bizde Kürtçe ‘Fermana Me Xatibi’ derlerdi. Bizimkiler bu fermandan ‘Tayanlar’ olarak bildiğimiz Arap Müslüman bir aşiretin yardımıyla Cudi’nin içinde, yükseklerdeki kaya kovuklarında, mağaralarda uzun yıllar saklanarak hayatta kalmışlar. ‘Cudi bir azizin adı. Mesih onun adı hatırına bizi sakladı’ derler. Hatta efsane olmuştur. o zamanki mağaralar aslında yokmuş…
“1915’te kaçarlarken akrabalardan birinin yeni doğmuş ağlayan çocuğu susturulamaz. Kayınvalide ‘Siz yürüyün, biraz bana ver kızım onu’ diyerek alır ve… Ben telaffuz edemiyorum, siz tahmin edin. Bebek anneannemin ablasının çocuğu. Başka biri kız çocuğunu artık taşıyamamış ve gözünü bağlayarak bir ağacın altına koymuşlar. Eline bir kuru ekmek parçası tutuşturmuşlar. Gözlerini bağlamışlar ki bir zarar gördüğünde korkmasın. Her anlattıklarında ‘Kurt mu yedi, kuş mu?’ der ağlarlar. Kim bilir? Belki de bir yerlerde birinizin anneannesidir…
“Babam Siyament’in soyadı Vartanyan iken Soyadı Kanunu’yla Yağbasan olmuş. Annem Delal. İkisi de becerikli, yaptıkları her işi en iyi şekilde yapan, cesur, dürüst insanlardı. Ekmeğini taştan çıkaran bu insanlar, kimsenin malına göz dikmediler, yalan solumadılar, her zaman hakkı, doğruyu, adaleti savundular. Zulme karşılık bile. Bize de kendilerinde olanı yaşayarak verdiler, öğrettiler. Annem 35 yaşında hastalandı. Ben sekiz yaşındaydım. Rahmete kavuştu. O yıl içinde bir grup hayırseverin yolu bizim köye de düştü.
O zamanki Patriğimiz Şnork Srpazan’ın teşvikiyle Anadolu’daki köyleri gezip kılıç artıklarını buluyorlardı. Anadolu’da tek bir Ermeni okulu kalmadığı için yaşı okula uygun çocukları alıp İstanbul’a getirmekti amaçları. Hrant Güzelyan ve Orhan Yünkes, babamla birlikte 12 çocuğu İstanbul’a getirdiler. İkinci gruptuk biz. Dilimizi, dinimizi öğrenmemiz, eğitim almamız için yatılı okula yerleştirildik.
“Köydeyken çok geceler babalarımız nöbet tutardı. Köpekler ulurdu. Bir korku ruhu sanki gezinirdi. Tabii ki çocuklara hissettirmemeye çalışırlardı ama tavırlardan, kadınların fısır fısır durmadan dua etmelerinden sezer, tedirginliği görürdünüz. Farklı zamanlarda iki kere çobanlarımız öldürüldü. Geride son kalanların İstanbul’a göç etmesinden önceki hafta bir başka Hıristiyan köyü olan komşu Hasana Köyü’nden bir adamı öldürüp her bir parçasını bir tarafa atmışlardı. Korku gittikçe arttı.
Babama kiracı olan komşu Dadar Köyü ağası sahte tapu icat edip mahkemeye vermişti babamı. Babam 40 yıl bu davaların, toprak keşiflerinin peşine düştü. Çok kez yaralandı, yoruldu ama vazgeçmedi. Babam 72 yaşında Brüksel’de, sizin deyiminizle ‘Diyaspora’ olarak rahmete kavuştu. Dava hâlâ devam ediyor.
“1978’de kamp yöneticimiz Güzelyan’ı vurdular. Yaralı kurtuldu. 1979’da Ermeni militan yetiştiriyor diye hapse attılar. İki çocukla biz, yazları kampta yönetici olarak sorumluluk aldık. Hrant bir taraftan üniversitede öğrenci, bir taraftan da sürüp giden bir ekmek kavgası. 1986’da üçüncü çocuğumuz doğdu. Ve Tuzla Kampı’na el kondu. Bugün yıkık dökük duruyor. Keşke hayırlı bir amaç için kullansalardı. Alıp eski sahibine geri verdiler. Sonra kaç el değiştirmiş. Hiçbir sahibine hayır getirmedi.
“Kışın İstanbul’da çocukların kaldıkları yerler ise o dönemde birer birer kapatıldı. Bugün bu bilgi çağında aslında hiç kimsenin bilmiyorum demeye hakkı yok. Benim veya başkasının hayat hikâyeleri… O dönem hayatta kalanların her birinin mucizeyle hayatta kaldıklarını görüyor insan.
“Canım Çutağım… O, sizi incitmeden, kendinizin sonuçları görme, anlama büyüklüğüne, onuruna erişmenizi istiyordu. Çünkü çok iyiydi. Sizi çok seviyordu. Size yardım etmekti isteği ve amacı. Irkçılığın insanlıktan nasibini almamış, körleşmiş, gözleri dönmüş çok hallerini gördük. Mahkemenin ortasında resmen ölünün üzerinde tepiniyorlardı. Hem tehditlerle yaşarken hem de cinayetten sonra. Bu soykırım zihniyeti değil mi?
“Öyle, ‘Kimse kalmadı… Gittiler işte’, ‘Keşke gitmeselerdi. Gittiler, bereket de gitti’, ‘Aramız iyiydi, dış güçler nifak soktular’ demeyle olmuyor. Samimiyetle, yaşanılan vahşeti, ölü soyuculuğunu, o kul hakkı dediğiniz bütün hakların çiğnendiğini, malın mülkün, haysiyetin yok edildiğini, hiçbir hakkın korunmadığını ikrar etmek gerekli.
“Bildiklerim, duyduklarım, yaşadıklarım belki cüzi. Belki bir bütünün azıcığı. Ama bütünün ne kadar büyük olduğunu hangi akıl, hangi yürek kavrayabilir?
“Şimdi seyrediyorum. İnkâr libası ne kadar komik duruma düşürüyor, gülünçleştiriyor insanlığı. Benimkisi acı bir gülümseme. Acılaşmış, gözyaşı dolu bir gülümseme. Biraz da öfkeyle beklenti dolu bir gülümseme.
“1915’teki dünyayı seyrediyorum. Bütün insanlığa, politikalarına acı acı ağlıyorum. 2015 insanlığını seyrediyorum, ruhum inliyor içimde. Canım çekiliyor. Ülkemi seyrediyorum. Utanıyorum. Ağlıyorum. Boğazım düğümleniyor. Yutkunmakta zorlanıyorum. Sesimi koyveriyorum. Bağrımdan dökülüyor gözyaşlarım. Tanrı’yla konuşuyorum, dertleşiyorum. Biriciğinin adında Hisus’ta yalvarıyorum. İnsanlığa merhamet etsin diye. Yürekleri tövbeye yönlendirsin diye. O zaman Tanrı yere iner, insan da içtenlikli ikrarla devam eder. Yürekler birleşir, yaralar merhem bulur, şifa ve sevinç gelir. Eski kokuşmuş zihniyet de kirli, paçavra bir elbise gibi sıyrılıp atılır. İnsan billurlaşır, kurtulur, hafifler, özgürleşir tarihin kementlerinden.
“Ben bugün, önce Balıklı’da Çutağımın mezarında, sonra Şişli’de Sevag’ın mezarında, sonra da 1915 soykırımında ölenlerimizi anmak için Taksim Meydanı’nda sessizce bu ülkenin özgürleşmesini bekleyeceğim. “
Tıpkı Rakel Dink gibi, Ermeni Varto Aşireti’nin Belçika’ya yerleşmiş üyeleri, onların buralarda doğup büyüyen çocukları Ermeni diyasporasının en aktif kesimini oluşturuyor…
Belçika’da 80’li yılların ortasında Belçika Demokrat Ermeniler Derneği’ni kuranlar, sadece Ermeni soykırımının tanınması için mücadele vermekle kalmayıp, diğer diyasporalarla da kardeşçe ilişkiler kurarak demokrasi ve özgürlükler, sosyal haklar mücadelesinin ön saflarında yer alanlar ağırlıklı olarak Varto’lulardır…
Hrant Dink katledildikten sonra Avrupa başkentinde ilk protesto miting ve yürüyüşünü onlar düzenledi. Her yıl hem Hrant’ın 19 Ocak’taki ölüm yıldönümünde, hem de 1915 soykırımının yıldönümünde tüm Ermeni örgütlerinin ortak girişimiyle düzenlenen törenlerde en büyük sorumluluk üstlenenler de yine onlar.
Belçika Demokrat Ermeniler Derneği yıllarca Saint-Josse’taki bir binada faaliyet gösterdikten sonra bu yıl Brüksel havaalanına yakın Zaventem belediyesinde daha büyük alana sahip yeni bir lokale taşındı.
Yeni lokalde dışa yönelik olarak düzenledikleri ilk büyük etkinlik soykırım konusunda uzmanlığını tüm dünyaya kabul ettirmiş bulunan Taner Akçam’ın yeni bulduğu belgeleri açıklamak üzere 4 Mayıs’ta verdiği konferans oldu.
İstanbul’da “23,5 Hrant Dink Hafıza Mekânı”nın ziyarete açılmasına paralel olarak Brüksel’de de Demokrat Ermeniler derneğinin yeni lokali Hrant’ın anısını daha güçlü olarak yaşatmaya, kavgasını daha etkin şekilde yürütmeye devam edecek.
Sürgün yaşamımın hep gurur duyacağım olaylarından bir yenisi:
Yayına hazırladığım, bu hafta basılacak Sürgün Yazıları adlı kitabımın iki cildinin de kapaklarında Varto Ermeni’leri var.
600 sayfalık birinci cildin kapağında Belçika Asuri Enstitüsü, Brüksel Kürt Enstitüsü, Brüksel Halkevi ve Güneş Atölyeleri ile birlikte Belçika Demokrat Ermeniler Derneği yöneticileri tarafından İnci ile bana “İnsanlık Vatandaşları” ödülü verilirken çekilmiş bir fotoğraf yer alıyor.
594 sayfalık ikinci cildin kapağında ise Rakel Dink’in kardeşi Mihail ile birlikte Güneş Atölyeleri’ni ziyareti sırasında birlikte çekilmiş bir fotoğrafımız…
Kendilerini tanımaktan, dost olmaktan ve mücadele ortaklığı yapmaktan dolayı ikimiz de gurur duyuyoruz.
(Artıgerçek, 20 Haziran 2019)