6 Şubat tarihi on binlerce insanın öldürüldüğü, katledildiği bir gün olarak tarihe geçti. Katledildiği bir gün dedim! Evet katledildik. Deprem bir doğal felakettir. İnsanlar önlemini almazsa çok kötü sonuçlar doğabilmektedir.
Yüzbinlerce insana mezar olmaktadır. Yaşanan acı pratiğimiz bunun en somut kanıtıdır. Bütün bilim insanları on yıllardır seslenmektedir; “Ülkemizin önemli bir bölümü deprem alanıdır. Her an deprem olabilir” diye. Halktan milyarlarca lira para toplayan, topladığı paranın bile hesabını vermeyen Türk egemen sınıfları daha fazla rant sağlamak için, insanları katletmekten geri durmamaktadır.
Oysa yapılması gereken çok basit; bilime uygun, depreme dayanıklı evler inşa etmek. Depreme dayanıklı evler inşa etseler insanların evleri yıkılmayacak. Tabii ki kapitalist rantçı sömürücü sistemden bunu beklemek olsa olsa safdillilik olur. Böyle bir şey kapitalizmin doğasına aykırılıktır. Egemenlerin daha fazla rant uğruna yapamayacakları hiçbir şey yoktur…
Haberlerde deprem alanlarında yaşananlara ilk baktığımda vicdanım öyle sızladı ki hemen aklımdan neler yapabilirim diye geçti. Çok geçmeden bireysel olarak bir şey yapmanın pek mümkün olmadığını, benim gibi düşünen bir sürü arkadaşın var olacağını da hesaba katarak, işe başladım.
“En kötü örgütlülük, en iyi örgütsüzlükten iyidir” mantığından yola çıkarak; başta yoldaşlarım olmak üzere, çepe çevremizdeki bütün ilişkileri devreye sokarak kolektif bir dayanışma faaliyetinin örgütlenmesi gerektiğine karar verdik.
Arkadaşlarla görüşüp, ortak fikirlere vararak harekete geçtik. Kendimi kitle faliyetlerinde tecrübesi, deneyimi olan birisi olarak değerlendiriyorum. Fakat, böylesi bir deprem felaketiyle ilk defa karşılaştığım için başlarda baya endişe ettim. Fakat ‘fazla düşünme, bazı sorunları pratikte aşacaksın’ diye kendi kendimi de teselli etmekten geri durmadım…
Arkadaşların bir kısmı depremin ilk gününden yola çıkmışlardı. Deprem alanında olmayanlar olarak, acil ihtiyaçlar neler olabilir noktasından işe başladık. Merkezi kurulan Deprem Koordinasyon Komitesi ile ve alanda bulunan arkadaşlarla sürekli görüşerek, kısa öz tartışarak, ihtiyaca yönelik kolektif kararlar alarak ilerliyorduk.
Bulunduğumuz alanda iki temel ilke belirleyerek çalışmalara başladık. Bir kendi gücüne güven! İki çoktan beri unutulmuş olan, kitlelerden kopuk, dar deneyci, kâh sol, kâh sağ çıkışlarla sekteye uğramış kitle politikası; yani doğru bir politika olan Kaypakkaya’cı “kitlelerden kitlelere”; kitle çizgisinin açığa çıkaracağı sinerji.
Bu iki prensibi hem kendime hem de bütün çalışma yaptığımız arkadaşlarla birbirimize, sürekli hatırlattık. Depreme yönelik ihtiyaçları kitlelerden toparlarken, deprem alanında çadırın acil can alıcı ihtiyaç olduğu bilgisini alandaki arkadaşlar ulaştırdı. Ankara’da gezmedik çadırcı koymadık fakat çadır yok! Sömürücü asalaklara yeni bir rant alanı açılmıştı; çadır!
Çadır üretmeyen, insanların kanı canı üzerinden beslenen, insanlık duygusu olmayan, asalakların hepsi çadır üreticisi olmuştu. Üç-dört kat zam yapmışlardı. Hem de yüzleri bile kızarmadan! Birde maliyetinin ne olduğunu, utanmadan anlatıyorlardı. Neyse birazcık insafı olan birini bulduk, çadırlarımızı sipariş ettik. İlk önce Elbistan’a vardık. Elbistan’a gece yarısı girdiğimizden kaynaklı, durumun önemini anlayamadık.
Gece alandaki yoldaşlarla buluştuk, neler yapacağımızı planladıktan sonra dinlenmek için bir köydeki Cemevi’ne geçtik. Hava buz gibi soğuk! -15 derece. Cemevi’nin içerisi soba yandığından dolayı sıcak, ama herkes bizim gibi şanslı değil! Cemevi’nde tesadüfen yurtdışından gelen yoldaşlarla karşılaştık.
Her taraf zifiri karanlık, depremden dolayı hiçbir tarafta elektrik yok. Sabah uyandığımızda kaldığımız köyde depremden kaynaklı herhangi bir yıkıntının olmadığını gözlemledik. Ama Cemevi’ne gelen bir sürü dayanışma malzemeleri vardı.
Arkadaşlarla beraber Elbistan merkeze gittik; akşam karanlıkta göremediğimiz deprem manzarası korkunçtu! Koskocaman bir şehir yerle bir olmuş. Her enkazın başında insanlar toplanmış, ağıtlar bir yandan, umutsuz bakışlar bir yandan adeta korku filmlerini andırıyordu. Bende hayatımda hiç böyle bir manzara ile karşılaşmamıştım. İnsanlara nasıl davranabileceğimi bile bilmiyordum. İnsanların suratları asık, stres içindeler.
Her an birileriyle kavga edebilecek kadar gerginlerdi. Televizyonlarda bolca bütün alanlara ulaştığını söyleyen “kocaman devlet”; iflas etmişti. Adeta zavallıları oynuyordu.
Halk bir çare kendi imkan ve olanaklarıyla araçsız, gereçsiz enkazlardan canlı veya ölü yakınlarını çıkarmaya çalışıyordu. Halkla dayanışma içinde olan demokratik kitle örgütleri ve devrimciler, dişini tırnağına takmış depremzedelere umut olmaya çalışıyorlardı.
Devlet çeşitli alanlardan halka gelen dayanışma Tırlarını engellemekle meşguldü. Elbistan Cemevi’ne uğradığımızda ihtiyaç fazlası yığılmanın olduğunu gözlemledik, köylere yönelmenin doğru olacağına karar vererek, yola çıktık. Esas olarak Elbistan’da merkez ve bir iki köy hariç köylerin zarar görmediğini gözlemledik. İhtiyacı olanlara gerekli dayanışmamızı yaparak, durum değerlendirmesi gerçekleştirdik.
Elbistan’da diğer şehirlere göre ölümün az olmasının tek nedenin; nüfusun az olmasından kaynaklı olduğunu gözlemledik. Elbistan’dan sonra elimizde kalan malzemelerimiz ile Pazarcık üzerinden Hatay’a yola çıktık. Pazarcık’a bir yoldaşı bırakmak için uğradığımızda, Elbistan’dan daha kötü bir durumdaydı. Demokratik kitle örgütleri halka yiyecek, içecek, giyecek dağıtarak dayanışmalarını sunuyorlardı.
Pazarcık’taki yoldaşlarla kısa bir sohbetten sonra yolumuza devam ettik. Hatay’a gece girdik. İlk gözümüze çarpan asker ve polisler oldu. Halka ulaştırılan yardımlara el koymaya çalışarak aynı zamanda baskı uyguluyorlardı.
Devletin faşist yüzü hemen kendini gösteriyordu. Gecenin bir hayli ilerleyen saatlerinde Samandağ’daki yoldaşların yanına ulaştık. Herkes dışarıda yatıyordu, biz de arabada uyuduk. Sabah uyandığımızda korkunç bir manzara ile karşılaştık; Samandağ yerle bir olmuştu. Gece yolda olduğumuz için Hatay’ın diğer ilçelerini görememiştik. Birkaç gün içerisinde diğer ilçeleri gezdiğimizde Samandağ’dan pek farklarının olmadığını gördük. Zaten oradaki yoldaşlar belirli bir çalışma içerisine girmişlerdi. Hemen durum değerlendirmesi yaparak nerelere gitmemiz gerektiğini kararlaştırarak işe koyulduk.
Bir grup yoldaşla beraber çadır ihtiyacı olanlara imkanlarımız ölçüsünde destek olduk. Bir köyde çadır kurarken, köylüye sordum; “Devlet ihtiyaçlarınızı karşılıyor mu?”, eliyle işaret edip, yüksek sesle bağırıp, ağlayarak; “Kaymakam şu karşı ki evde oturuyor, isterse duysun, beş gündür ne arayıp, ne soruyorlar, sizin gibi sivil toplum kuruluşları olmasa, biz tamamen bitmişiz, onlardan bir şey istemedik sadece kefen istedik. Ölülerimizi bile kefensiz gömdük. Bunlar mı bize yardım edecek, Allah belalarını versin!” diyerek isyanını dile getirdi. Bu bolca karşılaştığımız ağıt ve sitemlerden sadece biriydi.
Gerçekten de halkın her şeye ihtiyacı vardı. O çok güçlü olduğunu zanneden devlet; bir depremde aciz kalıp, enkazın altında kalmıştı. Halka hiçbir destek olmadığı gibi destek olanları engellemeye çalışıyordu. Televizyonların bilinçli olarak gerçeklikten kopuk haberlerinin kat ve kat üstünde olan yıkımlar, ölümler içler acısıydı. Depremzedelerle sohbet ederken bazen saatlerce dinliyorduk. Dinledikçe dertlerini paylaşıp, yalnız olmadıklarını anlayarak rahatlıyorlardı.
Bütün gittiğimiz alanlarda devrimci olduğumuzu söyledik., ama grup ismi vermekten imtina ederek kaçındık. Grup ismi verme, flama açma, önlük giyme gibi küçük burjuva grupsal davranışları doğru bulmadık, doğru da değil! Nereye gittiysek kitlelerin devrimcileri sahiplendiklerini gördük, sadece bu dönemde değil sürekli gelinmesi gerektiğini defalarca vurguladılar. Doğayla iç içe üşüyerek yaşamanın ne olduğunu halkla beraber tekrar öğrendik.
Geceleri korkunç soğukla beraber yağmur da yağıyordu. Bu durumu yaşadıkça halkın acılarını daha iyi anlayıp, onlarla kaynaşma, dertlerine ortak olmaya çalışıyorduk. Gene aynı zamanda bir grup arkadaşla birlikte Ermeni halkının yaşadığı Vakıflı köyünü ziyaret ederek, acılarını paylaştık. Bizi en samimi misafirperverlikleriyle karşıladılar.
Deprem ve yaşananlara ilişkin içten ve samimi sohbet edip, geleneğimizden bazı ermeni arkadaşlarla canlı bağlantı kurarak sıcak bir atmosfer yaratıldı.
Deprem bölgesine üç dört defa lojistik destek götürerek, her gittiğimizde de belli bir süre kalarak dayanışmanın inceliklerini yerine getirmeye çalıştık.
Depremin ikinci ayağı olarak da metropollere yığılmalar yaşandı. Metropollerdeki depremzedelerin geldikleri alandaki durumlarından şuan ki durumlarının pek farkı yoktu. Evsiz, aç, susuz, giyecek kıyafetleri olmadan sefil bir durumda metropollerdeki getto ilçelere yığıldılar.
Ama kapitalistler bir türlü utanmayı bilmiyordu. Bu insanlar metropollerin ortasında da açıktaydı. Dayanışmamızın Ankara ayağı metropollere yığılan depremzede ailelerle devam ediyor. İnsanlara barınacakları ev bulmaktan, ayağındaki ayakkabıya; giyeceği kıyafetten, yiyeceği gıda maddesine kadar, karşılamaktan aciz olan egemenleri teşhir ederek dayanışmamızı devam ettiriyoruz.
Ülkemiz bir deprem alanı olduğu için, depremle mücadeleyi de uzun vadeli bir çalışma perspektifiyle ele almak gerekir. Pratik çalışmada bu depremin bana öğrettikleri arama kurtarma çalışmalarında genel olarak yetersiz olduğumuz gerçekliği. Bana göre önümüzdeki süreçte yapılması gereken bütün depremzedeleri bir araya getirebilecek demokratik bir örgütlenmenin yaratılması gerekir.
Bu örgütlenmenin birden çok ayağı olmalıdır. Birincisi; olası depremlere karşı teknik, teorik ve pratik çalışmalar noktasında eğitim almak. İkincisi; kitleleri hukuksal olarak bilinçlendirmek. Üçüncüsü; ekonomik-demokratik hakları noktasında harekete geçmek. Dördüncüsü; sisteme karşı demokratik düzeyde tepkilerini örgütlemek. Geniş bir şekilde böyle bir örgütlenme yaratmanın zemini var.
Yeter ki biz kitlelere doğru politikalar ile gitmesini bilelim. Kitle çalışması anlamında depremin bize en fazla öğrettiği gerçeklik; kendi öz gücüne ve kitlelere güvenince yapılamayacak hiçbir şeyin olmadığıdır. Kendi özgücümüze güven, kitlelere güven ilkesi ile hareket ederek küçümsenmeyecek dayanışma kaynaklarını yarattığımızı gördük. Kolektif bir faaliyet örgütleyerek, kitlelerden kitlelere politikası uygulayarak başarılı bir süreç sergiledik.
Eksikliklerimiz, hatalarımz olmadı mı? Elbette oldu. Hatalar noktasında da “iş yapan, hatada yapar” yaklaşımı ile ele almalıyız. Yanlışlarımızı gördüğümüz noktada özeleştiri yaparak özürlerimizi dilemesini ve düzeltmesini bilmeliyiz.
Sonuç olarak; deprem çalışması hala devam ediyor. Kısa bir süre içinde de bu sürecin biteceğini düşünmüyoruz.
Bu çalışma daha uzun vadeler sürecek…