Paris Komünü’nden sonra insanlığın nihai kurtuluşu yolundaki en büyük ayağa kalkışı; Proleter Sosyalist Ekim Devrimidir. Bu devrimin öncü gücü SBKP (Bolşevik)’in önderi V.İ.Lenin, 21 Ocak 1924’te ölümsüzleşti. 1917 Ekim Devrimi’nin zaferle taçlanmasında RSDİP(Bolşevik)’in ve partinin başındaki Lenin’in varlığı; Lenin’in önderlik yeteneği, Marksizm’i kavrayışı, partisini eğitmesi ve hazırlaması, usta taktisyenliği ve politik devrimciliği Ekim Devrimi’nde kilit rol oynamıştır.
1917 Şubat Devrimi’yle Çar otokrasisinin yıkılması sonucu Rusya’da ikili bir iktidar ortaya çıktı. Şubat Devrimi’nden yani Burjuva Demokratik Devrimi’nden sonra Sosyalist Devrim’in gerçekleştirilmesi için Lenin önderliğinde Bolşevikler, işçi sınıfı içerisinde yoğun bir propaganda ve örgütlenmeye giriştiler. 1917 Şubat Devrimi’nin en belirgin özelliği, devrimin zaferinden hemen sonra ortaya çıkan ikili iktidardır. Daha 1905-1907 döneminde Rusya’da artık gerçek anlamda bir devlet olmayan ”İşçi, Asker, Köylü ve diğer Temsilciler Sovyetleri Cumhuriyeti” ortaya çıkmıştır.
Lenin, Nisan Tezlerinde şunları yazıyor: ”Bu gerçek anlamda bir devlet olmayan yeni devlet tipinde, eskinin tüm baskı aygıtı, ordusu, polisi, bürokrasisi parçalanacak, ortadan kaldırılacaktır. Kitleler tüm devletin tepeden tırnağa demokratik inşasına katılacaktır.”
Polisin yerine halk milisi geçirilecektir. Daimi ordunun yerine genel halk silahlanması geçirilecektir. Kadınlar bu yeni tipte devletin her yerinde olacaktır. Tarım programında ağırlık Kır İşçileri Temsilcileri Sovyetleri’ne verilmelidir. Tüm toprak ve araziler ulusallaştırılmalıdır yani merkezi devlet iktidarının mülkiyetine geçmelidir.
5 Mayıs’ta Kerenski başkanlığında kurulan Koalisyon Hükümeti’nin karşı-devrimci burjuvaziye doğru attığı adımlar nedeniyle uzlaşmanın olmayacağı anlaşılır anlaşılmaz Lenin partisinin yeni taktiklerini belirler. 12-14 tarihlerini taşıyan RSDİP MK imzalı ve Petrograd ve Moskova komitelerine yazılan mektubun başlığı bu taktiği anlatmaktadır: “Bolşevikler iktidarı ele geçirmelidir” denilir. Yani ”Tüm iktidar Sovyetlere” sloganı artık iktidarın silahla ele geçirilmesi sloganına dönüşmüştür.
Lenin bu süreci; ”Rus devriminin barışçıl bir yolla gelişmesi üzerine kurulan umutlar geri dönmemek üzere sönmüştür. Nesnel durum şöyle görülmektedir. Ya askeri diktatörlüğün tam zaferi ya da işçilerin silahlı ayaklanmasının zaferi” diye ifade etmektedir. (Lenin Nisan Tezleri, s. 106) Ve yine Lenin; ”İki başkentin İşçi ve Asker Vekilleri Sovyetlerinde çoğunluğu sağlayan Bolşevikler iktidarı ele alabilirler, almalıdırlar” (age, s. 147) demekte ve ”Almanların bizimle hiç olmazsa bir silah bırakışma yapmaları için yüzde doksan dokuz şans vardır. Ve bugün bir silah bırakışması sağlamak tüm dünyayı yenmektir” (age, s. 155) ifadelerini kullanmaktadır.
İki başkentte Bolşevikler çoğunluktadır. Donanmada ve cephede askerler isyan halindedir, köylü ayaklanması ise Kerenski Hükümeti tarafından silahla bastırılmak istenir. Bu durumu değerlendiren Lenin, ”Devrim için, ayaklanma için koşullar olgunlaşmıştır, devrim zamanıdır” diye Merkez Komite’ye yazıyor. 24 Ekim’de toplanan MK, ayaklanma ile ilgili basından, demiryolu, posta ve gıdaya ve diğer konularda güvenliğin sağlanması için görev dağılımı yapar, denizci ve gemilerin gelmesi için telgraflar çekilir. Ve aynı akşam Lenin Smolni’ye giderek ayaklanmanın yönetimini ele alır. 25 Ekim sabahı hükümet tutuklanır, kışlık saray ve tüm devlet kurumları Bolşeviklerin eline geçer. Devrim başarıya ulaşmıştır.
Ekim Devrimi’yle ne oldu?
Ekim Devrimi; dünya çapındaki önemi ve etkisi birbirini izleyen devrimler ve devrimci girişimlerle başta Avrupa olmak üzere tüm dünyada yankılandı. 1918 Finlandiya, 1918 Avusturya ve Almanya, 1919 Bavyera’da kurulan Sovyetler ve Mart 1919 Macaristan geçici devrimleri ve devrim girişimleri ve bir dizi ülkede kurulan komünist partileri Ekim Devrimi’nin dolaysız sonuçlarıydı.
Ekim Devrimi; zincire vurulmuş işçi sınıfının emeğini özgürleştirdi. Üretimle elde edilen muazzam karın, sadece bir avuç burjuvazinin özel mülkiyetinden çıkararak toplumun tümünün hizmetine sundu.
Ekim Devrimi’yle köy hayatına hapsedilen, Rus toprak ağalarının toprak kölesi olarak kullandığı köylülüğü özgürleştirmekle kalmadı, tüm toprakları Rusya’da yaşayan tüm halkın ortak malı haline getirerek toprak üzerindeki özel mülkiyete son verdi.
Ekim Devrimi; eve hapsedilmiş, erkek egemen düzence ezilen, burjuvazinin bir köle olarak tarlada ve fabrikada çalıştırıp emeğini sömürdüğü kadını özgürleştirdi. Sovyetler’de kadınlar sadece özgürleşmekle kalmadılar, iktidar mekanizmalarında da yer alarak sosyalist yönetimde belirleyici bir konuma geldiler.
Ekim Devrimi; bir uluslar hapishanesi olan Rusya’da ezilen bağımlı ulusların kölelik zincirlerini paramparça ederek onların kendi kaderlerini tayin hakkını özgürce kullanmalarını sağladı. Rusya’da yaşayan tüm uluslar 1922 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ni kurarak aynı çatı altında kardeşçe yaşamanın temellerini attılar.
Ekim Devrimi’nin zaferiyle dünya iki sisteme, emperyalist ve sosyalist sisteme bölünmüş oldu.
Lenin’in ölümünün 100. yıldönümündeyiz!
30 Ağustos 1918 günü Lenin, Moskova’da bulunan ”Orak Çekiç” adındaki bir silah fabrikasında ”Ekim Devrimi” hakkında konuşma yapmaktaydı. Konuşmanın ardından fabrikadan ayrılıp arabasına binerken Sosyalist Devrimci Parti üyesi Fanya Kaplan tarafından ateş edilerek vuruldu. Lenin’in altı yıl sonra ölümsüzleşmesinin önemli sebeplerinden birisi bu suikasttır. Resmi ölüm nedeni ise tedavi edilemez bir kan damarı hastalığı olarak kaydedildi. Lenin, 21 Ocak 1924 yılında 53 yaşında ölümsüzleşti.
Moskova’da Lenin’in vurulduğu yerde bir anıt bulunmaktadır. Anıtta; “Tüm dünyanın ezilenleri bilsin ki, tam burada kapitalist karşı-devrimciler dünya proletaryasının lideri V.İ.Lenin’in hayatına ve emeğine kastetmişlerdir” diye yazılıdır.
Lenin, proletaryanın burjuvaziye karşı savaşımında Bolşevik partinin strateji ve taktiğinin belirlenmesinde birinci derecede rol oynayan önderiydi. Aynı zamanda Marksizm biliminin Rusya’da pratikte yaşam bulmasının, bilimin Marksizm-Leninizm’e evrilmesinin de mimarıdır.
Onun görüşleri bugün de işçi sınıfına, sosyalizm ve proletarya diktatörlüğü için yol göstermeye devam etmektedir.
Lenin, bütün eserlerinde Marksizmin temel ilkelerini kayıtsız -şartsız savunur. Marksizmin en temel öğretisi olan kapitalist sistemi yıkmak, sosyalizmi inşa etmek ve komünist parti önderliğinde proletarya diktatörlüğünün kurulmasının Rusya gibi bir ülkede gerçekleştirilmesinin önderidir.
Sosyalizmin bir bilim olarak ele alınmasından bu yana proletaryanın tüm ustaları teoriye önem vermişlerdir. Devrimci teori kapitalizmi yıkmak proletarya diktatörlüğü altında sosyalizmi inşa etmek için vardır. Lenin, sosyalizm mücadelesi boyunca teori ve pratiğin diyalektik birliği ilkesinden hareket etmiştir. Bu nedenle de Marksizm’i daha da geliştirerek onu Marksizm-Leninizm seviyesine yükseltmiştir.
Lenin, Rusya’da öncelikle Marksizmin temel ilkeleri temelinde proletaryanın örgütlülük sorununu ve onun öncü partisi olan komünist partisinin örgütlenmesi ilkelerini ele almıştır. Çünkü burjuvaziye karşı savaşta proletaryanın en temel savaş aracı olarak komünist partisini görmüştür. Sınıf savaşımına önderlik edecek olan işçi sınıfının öncü partisinin bu bilimle donanması ve artan ölçüde teorik sorunların üzerine giderek bilimsel çözümlemeler getirmesi gerektiğidir. Lenin önderliğindeki Bolşevik parti, disiplin açısından çelik yapılı, özeleştiri metodunu kayıtsız şartsız uygulayan, bayatı atıp tazeyi alan, teori ve pratiğin birlikteliğini sağlayan bir partiydi.
Leninist partinin en temel özelliklerinden biri onun işçi sınıfının öncü partisi olmasıdır. Yani partinin işçi sınıfı içerisinde örgütlenmesi, işçi sınıfıyla sıkı sıkıya bağlı olarak işçi sınıfına, sınıf mücadelesine önderlik etmesi, somut koşulların somut tahlili ışığında onun strateji ve taktiklerini belirlemesidir.
Rusya’da Ekim Devrimi’ni gerçekleştiren ve sosyalizmin inşasına önderlik eden Lenin’in kurduğu Bolşevik partinin ilkeleri hala geçerliliğini korumaktadır.
Lenin, mücadele biçimleri konusunda da şunları ifade etmektedir; “Proletaryanın devrimci savaşımında tek bir mücadele biçimleri ve taktikleri yoktur. Her koşulda, her durumda değişen binbir çeşit mücadele biçimleri vardır. Parlamenter mücadele biçimlerinden silahlı mücadele biçimlerine kadar. Bu mücadele biçimlerini belirleyen o an içindeki ekonomik ve siyasal durumdur.”
Lenin’i proletaryanın sınıf mücadelesinde usta bir taktisyen yapan Marksizm’i bir doğma olarak değil eylem kılavuzu olarak ele almasıdır.
Lenin, proletarya diktatörlüğü sorununun, uluslararası işçi sınıfının en temel sorunu olduğunun altını net olarak çizmiştir.
Kapitalizmin bir burjuva diktatörlüğü olduğu ve sosyalizmden komünizme geçişte de proletarya diktatörlüğünün zorunluluğunu bilimsel olarak ilk Marks açıklamıştır. Marks, Gothe ve Erfurt Programı’nı eleştirirken, bu programda “proletarya diktatörlüğü” yerine “halkın devleti”nin geçirilmesini, Marksizmin temel ilkelerinden sapıldığı gerekçesiyle eleştirmektedir: “Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada devlet proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz.” (Marks, Engels, s. 41)
Ayrıca Marks, August Bebel’e gönderdiği mektupta şunları belirtir: “Devlet savaşımında, devrimde devrim düşmanlarını bastırmak için yararlanmak zorunda olduğumuz geçici bir kurumda başka bir şey olmadığına göre, özgür, halkçı bir devletten söz etmek saçmadır. Proletaryanın devlete gereksinimi olduğu sürece o, bunu, özgürlük için değil, hasımlarını halt etmek için kullanacaktır. Ve özgürlükten söz edilmesi olanaklı olduğu gün, devlet, devlet olarak ortadan kalkacaktır.” (Marks-Engels; Gotha ve Erfurt Programı’nın Eleştirisi, s. 57)
Lenin proletarya diktatörlüğü konusunda “uluslararası işçi sınıfının en temel sorunu” olduğu belirlemesini yaptıktan sonra şunların altını çizer: “Proletarya Diktatörlüğü sorunu, istisnasız tüm kapitalist ülkelerde modern işçi hareketinin temel sorunudur. Bu sorunda tam açıklığa kavuşmak için onun tarihini bilmek gerekir. Uluslararası bir ölçek koymak gerekirse, genelde devrimci diktatörlük ve özelde proletarya diktatörlüğü öğretisinin tarihi, devrimci sosyalizmin tarihiyle, özellikle Marksizmin tarihiyle örtüşür. Ayrıca-ve tabii ki bu en önemlisidir- ezilen ve sömürülen sınıfın sömürücülere karşı tüm devrimcilerin tarihi, diktatörlük sorununa ilişkin tüm bilgimizin ana malzemesini ve ana kaynağını oluşturur. Her devrimci sınıfın, zafer kazanmak için kendi diktatörlüğünü kurmak zorunda olduğunu kavramamış olan, devrim tarihinden hiçbir şey kavramamıştır ya da bu alanda hiçbir şey bilmek istememektedir.” (Lenin, Seçme Eserler, cilt 7, s. 255)
Lenin’in öğretileri Leninizm, proletarya diktatörlüğü konusunda hala günceldir. Ve Proletarya Diktatörlüğü savunulmadan sosyalizm inşa edilemeyeceği gibi komünist toplum da kurulamaz.
Lenin’i ölümünün 100. yıldönümünde anarken onun Marksizm’e katkılarını öne çıkarmalı, Leninizm’in, emperyalizm ve proleter devrimler çağının Marksizm’i olduğunun vurgusunu yapmalıyız.