GüncelMakaleler

ANALİZ | Hacı Bektaş Veli: Yalanlar ve Gerçekler

"Tarih isteyenin istediği gibi uyduracağı bir alan değildir. Toplumsal yaşamların  ve toplumsal mücadelelerin seyri özellikle tarihsel şahsiyetler özdeşleşmiş; inanç kültür yapılarının anlaşılması, bunlarla ilgili bilinçli olarak dezenformasyona dayalı manipülatif bilgileri ters yüz edecektir"

16-18 Ağustos tarihinde düzenlenen “60. Ulusal ve 30. Uluslararası Hacı Bektaş Veli Anma Töreni ve Kültür Sanat Etkinliği” 1964 yılından bu yana düzenli olarak yapılıyor. Etkinliğin ismi “Hacı Bektaş Veli Anma Töreni” olsa da orada yapılan Alevi Bektaşiliğinin içi boşaltılarak asimile edilmesi ve egemen sınıfları için değerlerinden arınmış ve zararsız bir inanç yaratma girişimidir.

Hacı Bektaş, planlı bir organizasyonla gerçek kimliğinden arındırılarak egemen sistemle barışık, onun bir uzantısı -Ortodoks Sünni inanç sisteminin uzantısı- gibi gösterilmeye çalışılıyor. Ve bu Alevi inancı içindeki kişiler eliyle yaptırılıyor.

Resmi devlet ideolojisi ve erkiyle barışık olmayan yaşamı, hayatı boyunca (Anadolu’ya geldikten sonra ki) Selçuklu sarayına biat etmeyişi, onunla çatışık duruşu, kentlerde zenginlerin kurduğu sofraya diz kırmayan, köylerde yoksul halkın kuru aşını paylaşan, halkla iç içe olan Hacı Bektaş’ı, Aleviliğin önemli inanç önderlerinden birisi yapan bu özelliği Anadolu’da yaşayan toplumun gönlünde yer edinmesini sağlamıştır.

Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya gelmeden önceki yaşamı (çocukluğu ve gençliği) ile ilgili yeterli somut bilgi bulunmamaktadır. 1209 doğduğu Baba İlyas-İshak halifelerinden olduğu Anadolu’ya onlarla birlikte 1230’lu yılların başında geldiği, bugünkü Nevşehir ilinin “Hacı Bektaş ilçesinin” Sulucakaraöyük köyünde 1271 yılında öldüğü ve orda dergahının kurulduğu biliniyor.

Günümüzde Hacı Bektaş ile ilgili birçok yazılı kaynak bulunsa da bunlar dönemin söylencelerinden üretilmiş veya “Vilayet-name” ve “ Makalat” da yazılı bilgilerden ibarettir. Halk söylencelerinin ve Vilayet-name”, “Makat” adlı eserlerin bilimsel sorgulayıştan uzak kişilerin istek ve arzularıyla yazılmış objektif sorgulayışı barındırmayan, subjektif bir şekilde ele alınmış olması onun yaşamı, kişiliği, dünyaya bakışı toplumsal perspektif anlayışı hakkında var olan bilgileri” karmaşıklaştırmıştır.

Bu özelliğinden kaynaklı, resmi ideoloji, Alevi/Bektaşiliği Ortodoks Sünni şeriatı içinde asimile etmeye çalışsa da kimi önemli ayrıntılar bize Hacı Bektaş hakkında doğru bilgiler sunmaktadır.

Bektaşiliği resmi Ortodoks İslam’ın “Türkçeleşmiş hali” olarak Sünni şeriatı içine sokmak isteyen Turancı Türk İslam savunucularının onun yaşam bulduğu beslendiği, sosyal dokuyu yok sayarak, çok kültürlü zenginliğini dar kalıplara hapsetmek istese de Anadolu coğrafyasının kendine özgü inançsal kültür DNA’sını parçalayamamıştır.

Hacı Bektaş’ı, Ortodoks İslam dışına iten başlıca özelliği Anadolu’nun özgün inanç motiflerinden ritüellerinden beslenmesi, geldiği topraklara uyum sağlayarak Anadolulaşmasıdır. Onu sıradan bir Baba İlyas halifesiyken milyonlarca insanın, inanç önderi yapan bu özellikleri pay eden halkların severek gönülden ürettiği söylenceler olmuştur.

İslam coğrafyası (Asya-Ortadoğu-Afrika)’nda yer alan söylencelerde ulu, ermiş, sayılan kişiler daha ulu bir kişiye soya (peygambere vb.) bağlanarak değeri, önemi kendinden önce yaşamış başka insanlara bağlanır onun üzerinden yüceltilir. Ortodoks Hıristiyanlık ve İslam dışı kalmış Anadolu’da ise önemli kişiler binlerce yıldır inanç mirası olarak dünyevi bir kişiye bağlanmaz onun yerine tanrıya bağlamak tanrı soyundan geldiği varsayılarak söylence üretilir.

“Bu tutum kişiyi geçmişin bilinmeyen derinliklerinden gelen bir varlık diye gösterir. Kişi kişilerle değil tanrıyla övülür. Nitekim Homeros koçaklamalarında bütün büyük yiğitlerin tanrılar soyundan geldiğini söyler”(İ. Zeki. Eyüboğlu. Bütün Yönleriyle H.B.Veli)

Bu yıl gerçekleştirilen Hacı Bektaş Veli Anma Töreni 16-18 Ağustos tarihlerinde düzenlendi. Anma programı açılışında konuşan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kısa konuşması içinde peş peşe yalanlar sıralamakta hiçbir beis görmedi ve bu yalanları programa katılan birçok kişi tarafından alkışlandı. Kılıçdaroğlu’nun döktüğü inciler şöyleydi: “ Selçuklu sultanları önemli kararlar alacakları zaman sıklıkla onun görüşlerine başvururdu”, “ Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi Ocağında yetişmiş Mekke, Medine, Kudüs’e gittikten sonra Ahmet Yesevi’nin görüşlerini yaymak için Nevşehir’e geldi”, “ Osmanlı kuruluşunda onun ilminden yararlandı…Yeniçeri Ocağı onun duasıyla, izniyle kuruldu. Yeniçeri ismini orduya o verdi.”

Bilimsel hiçbir gerçekliği olmayan bu resmi tarih yalanlarına biraz yakından bakalım. Gerçek tarih bilgileri Hacı Bektaş ile Selçuklu Sarayının “ilişkisini” başka anlatıyor:

“Babai İsyanı (1239-1240) Selçuklu İmparatorluğunun ağır baskısı altında açlık ve yoksulluğa mahkûm edilen yüz binlerce köylünün Baba İlyas ve Baba İshak’ın önderliğinde kısa süre içinde örgütlenerek Anadolu’yu saran bir isyandır. Bu isyanın özelliği yoksul emekçi katmanları (değişik inanç gruplarını) bir araya getiren sınıfsal, sosyal toplumsal bir mücadele oluşudur.”

“Ayaklanmanın ilk evresi Baba İlyas’ın zaviyesinin bulunduğu Amasya çevresinde başladı, oradan Tokat’a, Çorum’a, Sivas’a yayıldı. Daha mühim ikinci evre başta Maraş Keferdus, Malatya, Elbistan, yöreleri olmak üzere Güneydoğu Anadolu’ya geçti”(Efsaneden gerçeğe Hacı Bektaş Veli. İrne Melikoff)

Bu halk isyanı için resmi kayıtlarda sıkılıkla “isyan önderi Baba İshak”(Kimi kaynaklar ise Baba İlyas ile Baba İshak’ın aynı kişiler olduğunu söylemektedir) Baba İshak komutasında değişik inanç gruplarına mensup halkın oluşturduğu ordu kısa süre içinde Selçuklu ordularıyla peş peşe savaşa girer ve hepsinde de sultanın ordusunu yenilgiye uğratarak yoluna devam eder. Ta ki Malatya ovasına gelene kadar.

Malatya ovasında karşı karşıya gelen iki ordu içindeki Selçuklu askerleri Baba İshak’ın keramet sahibi olduğu ona karşı savaşmanın korkunç sonlara neden olacağı endişesiyle savaşa girmekte tereddüt ediyordu. Bunun üzerine Emir Necmüddin, paralı Hıristiyan askerleri ön cepheye gönderdi. Paralı askerler zırh, silah teçhizat olarak baba İshak komutasındakilerden daha üstün olduğu için (Babai ordusunun oluşturan köylülere silah olarak orak, dirgen vb. şeyler var) kısa sürede Babai güçleri gerilemişti…

Daha önce savaşa girmekten korkan askerler gördükleri manzaradan cesaret alarak çarpışmaya dâhil olmuş ve yaşlı çocuk tüm kafileyi katletmiştir (köylüler isyana aileleriyle birlikte katıldıkları için köylü aileleri de orduyla birlikte hareket ediyordu).

Baba İlyas halifesi olarak kabul gören Hacı Bektaş, kardeşi Menteş ile birlikte bu isyanda yer almış ve kardeşi Menteş savaşta öldürülmüştür. Hacı Bektaş’ın isyana hangi düzeyde katıldığı fiili olarak pratik içinde mi savaşa dâhil olduğu yoksa sadece örgütleyici pozisyonunda mı kaldığı tarihi belgelerde pek yer almasa da Anadolu’ya birlikte geldiği Baba İlyas’ın, kardeşi Menteş’in isyanda ölmüş olması durumuyla bulunduğu sosyal ortam dikkate alındığı zaman isyan dışı kaldığı düşünülemez.

1239-1240 sonrası sürece baktığımız zaman bulunduğu yerleşim yerleri düşüncesinin inancının yolunun yayıldığı alanlar Babai bölgeleridir. Ve buralar (Çorum, Sivas, Divriği bölgesi) geçmişte Hıristiyan Ortodoksluğuna karşı daha sonraki yüzyıllarda da İslam Ortodoksluğuna, saraylara (Bizans, Selçuklu, Osmanlı) ve resmi öğretiye karşı başkaldırı merkezleri olmuştur.

Buralar aynı zamanda Kızılbaş Aleviliğin geliştiği, kökleşerek yayıldığı bölgeler olmuştur. Baba İshak isyanı yenilgiye uğramış olsa da aynı yüzyıl içinde değişik tarih ve yerlerde dini önderlerin yönlendiriciliğiyle sosyo-sınıfsal ayaklanmalar Selçuklu İmparatorluğunu temellerinden sarsmış, sonunu hazırlayan tarihsel alt yapıyı da oluşturmuştur.

Dolaylı veya dolaysız isyanın bir parçası olan ve o günün şartlarının yarattığı sosyal doku üzerinden şekillenen Bektaşiliğin önderi Hacı Bektaş’a “Selçuklu sultanları önemli kararlar alacakları zaman” başvurmadıkları aşikârdır!

Türk resmi tarih yazıcılarının Bektaşi öğretilerini Hanefi Sünniliğin bir uzantısı olarak göstermek için başvurduğu yalanların başında “Ahmet Yesevi dervişliği” iddiası gelir.  Alevi Bektaşiliğin katı şeriat Ortodoksluğu karşısında duran kimliğini revize etmek amaçlı Hacı Bektaş’ın çocukluk yıllarında bizzat Hoca Ahmet Yesevi tarafından İslam şeriatını ve Yeseviliği yaymak için görevli olarak gönderildiği… iddiaları içi boş koca bir savsata balonundan başka bir şey değildir.

Yesevilik ile Bektaşilik kıyaslandığında ikisi arasında inançsal ve toplumsal örgütlenme öğretisi arasında derin bir uçurum vardır. Ahmet Yesevi Türkistan’ın Yesi kentinde doğmuş katı şeriat kurallarını kendine yaşam biçimi yapmış, dergâhını yaşadığı yerde kurmuş müritlerini şeriat kuralarına uygun olarak yetiştirmiş ve 116 yılında da ölmüştür.

Hacı Bektaş ise Ahmet Yesevi’nin ölümünden 43 yıl sonra 1209 yılında Horosan’da doğduğu kabul ediliyor. Türkistan’a hiç gitmemiştir (aynı zamanda ne Mekke’ye ne Medine’ye ne de Kudüs’e de gitmemiştir):

     “ Hoca Ahmet Yesevi yaşamı ile ilgili bilgiler doğruysa koyu Sünni katı şeriatçı bir kimsedir. Kurduğu tarikat bozkır ortamına uygun toplumdan uzak durmaya yatkın yaşamsal içerikten uzak bir dernek niteliğindedir… Eflak Dede “Ariflerin Menkıbeleri” adlı yapıtında Hacı Bektaş Veli’yi “oruç tutmaz”, “namaz kılmaz bir kimse olarak gösterir; neredeyse Müslüman bile saymaz. Oysa Hoca Ahmet Yesevi’ye göre bir Müslüman’ın başat görevi namaz kılmak oruç tutmak vb. işlemlerdir. Hacı Bektaş Veli özgün bir kişiliktir. Kimsenin ‘görevlisi’, ‘dervişi’ değildir. Horasan’da bulunduğu dönemde bir takım bilgiler edinmiş tasavvuf tarikat konularında İslam diniyle ilgili alanlarda bilgisel birikimleri olmuştur. Buna karşın Anadolu’da bambaşka bir kimse ortaya çıkmış eski baskıcı inançlardan sıyrılmış özgün bir ‘Anadolu İnsanı’ olmuştur. Hacı Bektaş Veli’nin izini sürenler arasında Yesevilik’e ilgi duyan, onu savunan kimse bulunmamış… Ülkemizde bulunan birkaç Yesevi tekkesiyle Bektaşilik arasında yüzeysel bir yaklaşım bile bulunmuyor”(Bütün Yönleriyle Hacı Bektaş Veli. İ.Z. Eyüboğlu)

Bir diğer yalan Yeniçeri ordusunun Hacı Bektaş Veli’nin duasıyla kurulduğu safsatasıdır. Osmanlının tarih sahnesine çıkışı Selçuklu Sultanı 1. Alaaddin Keykubat’ın Ertuğrul Gazi’ye Moğol saldırılarına karşı kendi saflarında savaştığı için Söğüt Karacabey arasındaki bölgeyi verip uç bey ilan etmesiyle başlar. Selçuklu imparatorluğunun dağılma sürecini, Türkmen huzursuzluğunu ve Bizans’ın zayıflama dönemini iyi bir şekilde kullanan Osmanlı, beylikten devletleşmeye doğru ilerler.

Osmanlının devletleşmesi (kuruluşuyla) Bilecik bölgesini ele geçirdiği 1299 yılında başladığı kabul ediyor. Kimi kaynaklar ise devletleşmeyi 1301 yılında Koyunhisar zaferiyle başlatıyor. Yeniçeri ordusunun ilk çekirdeği “Osman Gazi”nin ölümünden sonra başa geçen “Orhan Bey” tarafından atılmış olsa da resmi kuruluşu 1362 yılıdır.

Yani Hacı Bektaş’ın ölümünden yaklaşık 100 yıl sonradır. Hal böyle olunca Osmanlı kuruluşunda Yeniçeri ocağının kuruluşunda Hacı Bektaş’ın “izin vermesi”, “dua okuması” veya “ismini vermesi” gibi bir şeyin olamayacağı muhakkaktır (1500’lerde de dergâhın başına geçen Balım Sultan sonrası Osmanlı ve Yeniçeri ocağıyla kurulan ilişki biçimi bu tür yalanlara zemin sunmuştur. Yazımızın konusu bu olmadığı için bu konuya girmiyoruz).

Özellikle “Yeniçeri ocağının” Hacı Bektaş’ın duasıyla, izniyle kurulduğunu söylemek Alevi/Bektaşilere yapılabilecek en büyük saygısızlık hakarettir” Osmanlının en parlak çağı olarak kabul edilen Beyazıt-Yavuz-Kanuni” dönemi aynı zamanda halkların zorbalıkla köleleştirilmeye çalışıldığı Kızılbaş-Alevi Bektaşi halk isyanlarının yaygınlık kazandığı yıllardır:“Şahkulu isyanında Beyazıt’tan kaçıp Şahismail’e sığınan Türkmenler, zulümlere dayanamayıp bu şekilde hareket ettik”(Osmanlı Gerçeği. Erdoğan Aydın).

Bedreddinden Şahkulu İsyanı’na bütün halk başkaldırılarını Yeniçeri ordusu acımasız, vahşi yöntemlerle bastırmış on binlerce insan, kadın, çocuk ayrımı yapılmaksızın kılıçtan geçirilmiştir. Anadolu’da yeniçeri ordusunun Alevi/Bektaşi kanı dökmediği tek bir bölge bile kalmamıştır.

“Ezilen inançların ezen egemen inanç ve onun tüm aygıtlarına karşı mücadelesi bu alanda daha net, açık ve uyanık olunmasını zorunlu kılıyor.

Aksi halde Hacı Bektaş’tan 100 yıl sonra kurulmuş ocakların onun duası, isteği vb. ile açıldığı aleni yalanlarına karşı savunmasız kalır, bu yalanlar altında ezilmekten kurtulamayız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu