Geçtiğimiz hafta Samsun’un Vezirköprü Belediyesi’nin tapu toplulaştırma yapma girişimlerine karşı eylem yapan köylülere polis biber gazıyla saldırmış, bunun üzerine köylüler, AKP’li belediyeyi taş atarak protesto etmişti. Bu eylemler sonucunda 21 köylü gözaltına alınmış, çıkarıldıkları mahkemede 6 köylü tutuklanmıştı.
23 Ağustos’ta İstanbul Valiliği’nin kağıt toplayıcılığının “toplum sağlığını tehlikeye attığı” sebebiyle yasaklanması kararı üzerine de atık kağıt toplayıcılarına yönelik operasyonlar yapılmaya başlanmış ve geçtiğimiz günlerde Ataşehir’de operasyon düzenlenerek “ülkeye kaçak girdikleri” gerekçesiyle 200 kağıt toplayıcısı gözaltına alınmıştı. Bu operasyon öncesinde çevik kuvvet ve belediye ekipleri, bir başka operasyonda direnen kağıt toplayıcılarına saldırmıştı.
Operasyon ve tutuklamalar sonrasında Geri Dönüşüm İşçileri Derneği Başkanı Ali Mendillioğlu, “3 arkadaşımız tutuklandı. Dün Valiliğin basın açıklamasını okumuşsunuzdur. Basın açıklamasında 20 polisin darp edildiği bilgisi vardı. Bu iddia gerçek değil. Polis nerede bir olay olursa sahte darp raporları alarak olayı büyütür. (…) Tutuklamanın zeminini oluşturmak için önceden altyapısını hazırladılar bu işin. Ama biz arkadaşlarımızı sahipsiz bırakmayacağız. Zaten Türkiye’de de dışarısı içerisi, içerisi dışarısı oldu, hiç fark etmiyor. Hepimizi alsınlar, hepimiz içeride kalalım. Zaten dışarısı da cezaevinden farksız” demişti.
Yine geçtiğimiz günlerde İstanbul’da zabıta ekipleri, meyve satan bir gence olanca güçleriyle şiddet uygulamış ve bu görüntüler sosyal medyada gündem olmuştu.
Bütün bu saldırıların akabinde Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan yeni kayyum rektörün hedef göstermesi sonucunda gözaltına alınan öğrencilerden ikisi tutuklanarak hapishaneye gönderilmişti.
Ev, yurt fiyatlarına karşı ses çıkaran, kalacak yer bulamayan ve birlikte hareket ederek bu durumu protesto eden öğrencilere ve onlarla dayanışma içinde olanlara karşı da saldırılar gerçekleşmiş, provokatör yaftası yapıştırılmış, terörize edilmeye çalışılmışlardı.
Toplamda baktığımız zaman her kesime yönelik saldırılar artarak devam ederken, işçilere yönelen saldırılar özelinde; ekonomik krizin, geçinememe durumunun had safhada olduğu böylesi bir süreçte istihdam alanı olmayan göçmenler, mülteciler, gençler alternatifler yaratarak tam anlamıyla kendilerine hayatta kalmak için alan bulmaya, para kazanmaya çalışıyorlar. Kendine, sisteme bağımlı, geçinemeyen bir toplumda ısrarcı olan iktidar bu alternatiflere de saldırarak geçinemeyenleri, barınamayanları çözümsüz bırakma derdinde.
Öte yanda özgür üniversite için mücadele eden, eylemlere katılan, sesini çıkaran ve iktidarın herhangi bir pratiğine karşı duran herkes gibi öğrenciler de kayyum rezaletine karşı ses çıkardıkları için gözaltına alınıyor, şiddete maruz kalıyor, tutuklanıyor. Eğitim hakları için mücadele eden öğrencilerin eğitim hakkının gasp edilmesi, hayatta kalabilmek için ülkesini terk eden, çalışmak zorunda olan göçmenlerin sınır dışı edilmesi, yaşamlarını savunan kadın ve LGBTİ+lara karşı İstanbul Sözleşmesi’ninden çıkılması vs.
Öfkemizi büyütelim, örgütleyelim!
Ülke içerisinde trajedi biçiminde yaşanan tüm bu olaylar toplumun tepki vermesini ve haklarını daha fazla savunmasını beraberinde getirmekte.
İki taraftan da artan bir tahammülsüzlüğün söz konusu olduğunu söylemek mümkün. Halk; yaşam alanlarının kısıtlanmasına, yaşam kalitesinin asgari düzeyin de altında olmasına, ifade özgürlüğünün, örgütlenme hakkının gasp edilmesine, toplamda faşizmin her alanda yükselmesine karşı bulduğu her mecrada ses çıkarmaya, sözünü söylemeye çalışıyor. Halkın rızasını eskisi gibi alamayan iktidar ise küçük oyunlar düzenleyerek dayatmalarına son hız devam ediyor.
Artık dalga geçilesi bir biçimde ekonomik kriz olmadığını ispat etmeye, yurt ve ev fiyatlarının o kadar da(!) yüksek olmadığını göstermeye, kadınların daha az katledildiğine ikna etmeye çalışıyor.
Bütün bu trajikomik pratiklerin dışında sözünü ettiğimiz gibi saldırıların dozajını artırmaya da devam ediyor. İşçiye, öğrenciye, kadına, LGBTİ+’ya saldırıyor.
Bir yandan yönetilemeyen pandemi süreci, bu sürecin diğer tüm etkenlerle birleşmesi sonucu büyüyen ekonomik kriz, iktidar sahipleri için talan edilen doğa, yakılan ormanlar, kesilen ağaçlar, vergi kaçırılması, gittikçe zenginleşen burjuvazi, gittikçe yoksullaşan halk gerçekliği…
Kendi zenginliğini büyütmek ve tepkileri soğurmak için faşizmin tek çıkar yolu daha fazla saldırmak oluyor. Şimdiye kadar bütün çıkış yollarına dinamit döşeyen iktidarın; halkın, kadınların, gençliğin, işçilerin öfkesinden kaçacak bir yeri kalmamış durumda. Vergi cennetlerine kaçırdıkları paralar ile beraber veyahut özel uçaklarla Amerika’ya taşıdıkları özel araçlarıyla kaçmaları belki de son çıkış yolu olacaktır.
Ancak kendi kaçışlarını, “kurtuluşlarını” organize edene kadar veyahut iktidarı paylaşıp, bir nebze tepkileri bastırana kadar bu saldırılar bizlere yönelmeye ve çoğalmaya devam edecek.
Mevcut iktidar şu an için elinden geldiğince ayakta kalmaya çalışırken diğer yandan batmaya devam ediyor. Batarken halkı ve yaşam kaynaklarını sömürmeye devam ederek, bizleri de beraberinde batırmaya and içmiş durumda. Bizleri batırmaya çalışanlara karşı daha sağlam dayanışma alanları yaratmaya, örgütlenme araçlarını güçlendirmeye ihtiyaç olduğu çok açık.
Aynı zamanda; bu süreçte en önemlisi yükselen tepkilerin pasifize edilmesinin önüne geçmek ve teşhiri her alanda güçlendirmek, öfkenin büyüdüğü alanlarda ısrarla var olmak ve halk ile beraber hak gasplarına karşı direnmek olacaktır.