Türkiye gibi ülkelerde devrimin yolunun başından itibaren komünist partinin önderliğinde Halk Savaşı stratejisiyle gerçekleştirilebileceğinin somut örneği Çin’de Mao Zedung ve ÇKP önderliğinde gerçekleştirilen devrim olmuştur. 23–31 Temmuz 1921 tarihleri arasında Şanghay’da gerçekleştirilen kongreyle kurulan ÇKP, uzun bir devrimci savaş sürecinden sonra zafer kazandı. 1 Ekim 1949 tarihinde Pekin’de Mao Zedung Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etti.
Çin Devrimi’nin önemi, -diğer şeyler bir yana- ilk kez yarı sömürge yarı feodal bir ülkede devrimin gerçekleştirilmesinin yol ve yöntemini göstermiş olmasıdır. Bu yanıyla Çin Devrimi sömürge, yarı sömürge ezilen halklar açısından Marksizm’in ete kemiğe bürünmesinin somut karşılığı oldu. Marksizm’in evrensel olduğu Maoizm’le birlikte bir kez daha tescillenmiş oldu.
Dünya proletaryasının ve ezilen halklarının önünde daha önceden Ekim devrimi pratiği bulunuyordu. Bu pratik Rus Çarlığı gibi kapitalistleşmiş bir ülkede devrimin yolunu gösteriyordu. Dünya komünistleri, işçi sınıfı ve ezilen halkları bu devrim deneyimini kendilerine örnek alıyorlardı. Nitekim Çin’de de benzer bir durum gelişmiş, ÇKP, Mao Zedung’un önderliğini tesis edene kadar ısrarla Rusya’da gerçekleşen devrimin yol ve yöntemi dayatılmıştır. Bu ise ÇKP’nin yenilgiler almasına neden olmuştur. Ancak Mao Zedung’un önderliğinin kabul edilmesiyle çizgi sorunu ortadan kalkmış, Marksizm’in Çin koşullarına uygulanması sağlanmış ve devrim ilerleyerek zafere ulaşmıştır.
Bir anlamıyla 10 Eylül 1920’de 99 yıl önce kuruluş kongresini yapan TKP’nin Türkiye devrimi için çözmesi gereken sorunların adresi, 70 yıl önce 1 Ekim 1949’da Çin devrimci pratiğinde verilmiştir. Bu, Çin gibi yarı sömürge, yarı feodal bir ülkede devrimin nasıl gerçekleştirileceği sorusuna verilen pratik yanıt olmuştur.
Kuşkusuz bütün devrimler kendine has kimi özellikler taşıyacaktır. Bu somut gerçekliği ülkemiz koşulları açısından ilk fark eden komünist önder İbrahim Kaypakkaya olmuştur. Kaypakkaya, bu nedenledir ki -diğer faktörler bir yana- ülkemizde komünist hareketin Mustafa Suphiler sonrası yeniden örgütlenmesinde tarihsel bir rol oynamıştır. Kaypakkaya hem M. Suphiler TKP’sini hem de Çin devrimci pratiğini incelemiş ve bu pratiklerden Türkiye devrimi için bir yol haritası çıkarmıştır. Bu anlamıyla ardıllarına önemli bir miras bırakmıştır.
Günümüz koşulları içinde ardıllarına düşen en önemli görev -öncesi olmakla birlikte- 99 yıl öncesinde komünist hareketin örgütlenmesi açısından atılan tarihsel adımı, başta Çin devrimci pratiği olmak üzere tarihsel deneyimler ışığında yeniden üretmektir. Ki Kaypakkaya önderliğinde ülkemizde temelleri yeniden atılan komünist hareket, yarım asra yaklaşan tarihinde, gerek kendi içinde ve gerek sınıf mücadelesi arenasında önemli savaşımlardan geçmiştir.
Her koşulda kendini yeniden örgütlemeyi başarmış, sınıf mücadelesi içinde, kitlelerin tarihsel eyleminde yer almış, sözünü söylemiş, önderlik görevini eksiklikleriyle birlikte yerine getirmeye çalışmıştır.
Ülkemizde yaşanan çelişkiler gerek TKP’nin 99 yıl ve gerekse de 70 yıl önce gerçekleşen Çin devrimine benzerlikler göstermesinin yanında önemli farklılar da taşımaktadır. Bu eşyanın tabiatı gereği böyledir. Sınıf mücadelesi bütün hızıyla sürmekte, gerek hakim sınıflar ve gerekse de işçi sınıfı kendi sınıf çıkarları açısından önemli ders ve deneyimler biriktirmektedir.
Bu noktada bizler açısından önemli olan, hakim sınıflar ne kadar propaganda ederlerse etsinler, ülkemizde komünist hareketin “kökü dışarda” bir akım olmadığı, Türkiye işçi sınıfının ve emekçi halkının sınıf mücadelesi içinde ortaya çıktığı, geliştiği ve kitlelerin eylemi içinde sınıf mücadelesinin kıyasıya sürdürdüğü gerçeğidir.