EmekMakaleler

Enflasyonun suçlusu köylü mü?

AKP’nin sorunu kendinden bağımsızmış gibi göstermesi bu açılardan beyhudedir. Köylünün piyasanın şekillenmesinde bir etkisi yoktu, yarı feodal pazar piyasa ilişkileri, dolaşım ağları ve küresel piyasa şartları altında ezilen, ürettiğinin karşılığını alamayan yine köylüyken aksi bir tutum içinde olunması sadece manüpülasyon amaçlıdır.

31 Mart yerel yönetim seçimlerinden kısa bir süre önce Maliye ve Hazine’nin damat bakanı B. Albayrak komprador burjuvazinin temsilcilerini bir araya toplayarak işsizlik sorununu çözmek için 2019 yılında 2.5 milyon yeni istihdam yaratacaklarını açıkladı. Hemen arkasından Temmuz ayına kadar da enflasyonun tek haneli rakamlara gerileyeceğini açıkladı. Seçim sonrası TÜİK’in ilk resmi verileri bunların koca bir yalan olduğunu ortaya sermiş, yalancının mumu bu defa yassıya kadar bile yanmamıştır. TUİK’in resmi verileri Türkiye’de işsizlik oranının yüzde 13.5’e kadar yükseldiğini (4,3 milyon), her ay onbilerce emekçinin işsizler ordusuna katıldığını gösteriyor. Bu rakamlar TÜİK’in resmi verileri, gerçek ise kayıt altına alınmayan ve diğer faktörlerle birlikte (1.5 milyon ücretsiz çalıştırılan stajyer)  işsizlik oranı 7 milyonun üstüne çıkmıştır.

Siyasi iktidar partisinin enflasyonu seçim öncesi düşürmek için yaptığı hamleler;beyaz eşya, otomobil vb. ürün türlerinde ÖTV’yı sıfırlaması, akaryakıt ve elektriğe zam yapmaması, marketlere müdahale ederek “enflasyon sepeti” içinde yer alan ürünlerde indirim yapılması ve tanzim satış noktalarıyla meyve ve sebze fiyatlarını geriletme planı tutmamıştır. Şubat ayında kısmi bir düşüş yaşamış olsa da Mart ayında enflasyon tekrar yükselerek %20 olmuştur.

AKP’nin tüm uğraşlarına rağmen yüzde 20’de çakılı kalan enflasyon için aranan suçlu Merkez bankası tarafından bulunmuş, fail “meyve ve sebze” olarak ilan edilmiştir. Meyve ve sebzede yaşanan artış gıda enflasyonunu yüzde 30’a yükseltmiş bu da yıllık enflasyonun yüzde 20’ye yükselmesine neden olmuş. Açık bir şekilde Merkez bankası küçük üretici/köylüyü hedef göstermiştir. Burada küçük bir parantez açalım. Pazar ve markette meyve ve sebze fiyatları ortalama yüzde 70 civarında zamlanırken “gıda enflasyonu” nasıl yüzde 30’da kalıyor? Bu sorunun cevabı TÜİK’in “enflasyon sepeti” içindeki ürün çeşitlerinde gizli. TÜİK gıda enflasyonunu belirlerken yoksul emekçi halkın mutfağında günlük tüketimin bir parçası olan ürünler yerine orta ve üst sınıfın tüketimi olan sucuk, pastırma, ceviz içi, fındık ezmesi vb. gibi şeyleri baz aldığı için yıllık gıda enflasyonu yüzde 30 olabiliyor!

İthalata dayalı üretim rejiminin belirleyen olduğu sömürge , yarı-sömürge  bir ülke hiçbir zaman kendini ekonomik kriz sarmalından koruyamaz. Bu kapitalist sistemin yaratmış olduğu bir krizdir, bumerang gibi nereden ve nasıl atıldığına bakılmasızın başladığı noktaya geri döner. Emperyalist, kapitalist rejimin bir parçası olan Türkiye ekonomisinde yaşanmakta olan krizin nedeni de ithalata dayali üretim/tüketim modelinin biriktirdiği yükün taşınamayak çökmesidir. Türkiye’de enflasyon mali sermaye tekellerinin politikalarına göre oluşuyor. Yabancı sermayenin sıcak para musluklarının kurumasıyla birlikte döviz kurundaki dalgalanma Türk lisrasının dolar karşısında değer kaybetmesine yol açıyor. Buda enflasyonu yükseltiyor.

AKP ve Merkez bankası tarafından sıklıkla enflasyonun yükselmesine neden olarak gösterilen tarımsal ürün-meyve ve sebze – fiyatlarının yüksek oluşu, bizzat AKP iktidarının uyguladığı IMF, DB ve Dünya Ticaret Örgütü’nün yarı sömürgelerdeki tarım politikalarının sonucudur. Dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye’de yükseliyor. Birleşmiş Miletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün nisan ayının başında açıkladığı rapora göre mart ayında gıda fiyatları dünya genelinde yüzde 3,6 düşerken Türkiye’de  yüzde 29,77 artış göstermiştir. Bu açıdan yüksek gıda fiyatlarının nedeni küçük üretici/köylü değildir. Köylünün iç pazarda fahiş fiyatla aldığı tohumun, mazotun, gübrenin, ilacın ithal olması, döviz kurunda yaşanan dalgalanmanın da tarımsal üretimi yakından etkilediği bilinmektedir. Köylü tüm araç gereçlerini emperyalist-kapitalist gıda ve ilaç tekellerinden veya yerli işbirlikçi şirketlerden satın alıyor. Bu nedenle kar etmek bir yana çoğu zaman karın tokluğuna üretim yapmak zorunda kalıyor.

İthalat sadece tarımsal üretim faaliyeti araçlarıyla da sınırlı değil, ürünün kendisi de ithal ediliyor. Anadolunun bereketli topraklarında gıda güvenliği için gerekli olan herşey yetişmektedir. Ama gelinen aşamada sadece 5 ürün (fındık, üzüm, kayısı, zeytin) hariç a’dan z’ye soğandan patatese tüm gıda türleri ithal edilmektedir. 1980’lerde Kanada’ya mercimek ihracatı yapan ülke 2018’e gelene kadar Kanada’dan mercimek ithal eden bir ülke olundu. Çünkü uygulanan emperyalist-kapitalist politiklar altında ezilen küçük üretici/köylü üretimden parça-parça çekildi ve pazar tamamen büyük gıda tekllerinin eline geçti.

Bugün siyası iktidar partisinin “gıda fiyatlarını düşürmek için” başvurduğu tarım üreticisinin lehine olan gümrük vergisinin emperyalist-kapitalist gıda tekllerinin çıkarına hizmet edecek şekilde düşürülmesi veya sıfırlanması Osmanlı’dan günümüze kalan tarım politikasıdır. Kapitalist devletler ile yarı sömürge ülkelerdeki ekonomik ilişki aynı şekilde devam ediyor. Siyasi iktidarların söylemi hep aynı oluyor; “Tarımı güçlendirmek, milli tarım projesi”. Gerçeğin bu olmadığı gün gibi  ortadadır. 200 yıl öncesine bakalım. Osmanlı da İngiltere ve Avrupa ülkeleriyle 1838’de ticaret anlaşması yaparken benzer şeyler söylüyor. “Tarımda yenilikleri yaygınlaştırmak için devlet tekellerinin kaldırılması, tarımsal araç gereçlere gümrük muafiyeti tanınması kararı” (Saklı Seçilmişler Soner Yalçın) bugün ki gibi kapitalist şirketlerin yerli pazara hakim olmasıyla sonuçlandı. Küçük üretici/köylü ucuza gelen ithal mallara karşı rekabet gücünden mahrum kaldı. Rekabet gücünü yitiren köylü iflas ederek bereketli toprakları kapitalist devletlere ait şirketlere kaptırdı. İngiltere, Fransa- Almanya gibi ülkeler sanayilerinin gelişmiş olmasının avantajıyla Osmanlı pazarına tamamen hakim olması da çok uzun sürmedi.

Aynı günümüzde yaşandığı gibi “ekonomiyi ayakta tutabilmek” için kapitalist mali sermayeye ihtiyacı olan egemenlerin tarım politikası köylü için ağır bir yıkımla sonuçlandı.

1800’lerden 2018’lere gelindiğinde benzer politikaların tarım alanında uygulanmaya devam ettiğini görüyoruz. Tek fark ise siyasi erklerin daha pervasız oluşu. Tarım ve Orman bakanı B. Pakdemir ithalatı eleştirenlere verdiği cevap “paramız varki ithalat yapıyoruz” rahatlığı milyonlarca emekçinin boynuna atılan ilmektir.

Yüksek enflasyonun suçlusu olarak gösterilen meyve ve sebze fiyatlarını “düşürmek için” açılan onlarca tanzim noktasına rağmen tarım ürünlerindeki zam devam etti. Domates pazarda-markette 8 lira, biber 15 lira,  soğan-patates sıfır gümrükle ithal ediliyor ama fiyatının bir türlü düşürülemiyor olmasının nedeni küçük üretici değil bizzat siyasi iktidarın kendisidir. Tarım Bakanının “paramız varki ithalat yapıyoruz” daki pervasızlıktır.

Köylünün tarımsal üretim faaliyeti dışına itilmesi arz talep dengesini hızlı bir şekilde bozuyor. 2003’de 26,5 milyon hektar olan tarım arazisi 2018’de 23.2 milyon hektara kadar gerilemiştir. Çiftçi kayıt sistemine kayıtlı olan üretici sayısı da 2,8 milyondan 2,1 milyona düşmüştür. Ürün verimliliğini ve kalitesini artırmak için kullanılan gübre 5.5 milyon tondan 4.4 milyon tona inmiştir. Gübrenin  yüzde 100 ile 150 oranında zamlanması kimi yerlerde köylünün tarlasından gübre kullanımını azaltması ya da tamamen kesmesine neden olmuştur. “2019 yılında buğday ekimi yapan üretici en az yüzde 20 daha az gübre kullandı. Daha az gübre kullanımı kalite ve verim kaybının şimdiden kesin olduğuna işaret ediyor.” (Türkiye Ziraat Mühendisleri Odası) Bitmedi geçen yıl kilosu 3 ile 5 arası olan tohumluk soğan 2019’da 25 liraya kadar yükseliyor. Fahiş fiyatlarla satılan tohumluk soğanın şimdiden nereye kadar yükseleceğine işaret ediyor.

Kapitalizmin piyasa koşullarında şekillenen fiyatlarda en etkili unsur maliyettir. Maliyet tüm girdilere göre şekillenir, klasik burjuva ekonomi pratiğinde tüm girdilerde uygulanan ekonomik politikalardan, siyasal politikalardan etkilenir. AKP’nin sorunu kendinden bağımsızmış gibi göstermesi bu açılardan beyhudedir. Köylünün piyasanın şekillenmesinde bir etkisi yoktu, yarı feodal pazar piyasa ilişkileri, dolaşım ağları ve küresel piyasa şartları altında ezilen, ürettiğinin karşılığını alamayan yine köylüyken aksi bir tutum içinde olunması sadece manüpülasyon amaçlıdır. Bu manüpülasyon karşısında yapılacak tek şey örgütlenmekdir, köylülerin, üreticilerin kendi emeklerine sahip çıkmasıdır. Bunun dışında bir çözüm yoktur.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu