Dayatılan sendikasızlaşmaya, örgütlenmeye karşı yükselecek mücadeleye kendi cephemizden bir ses katmak amacıyla çeşitli sendika başkanları, direnişçi işçiler vb. ile röportajlar yaptık. Daha fazla gündemleştirmek, tartışmak, işçilerin, sendikacıların mücadele seslerine ortak olmak amacıyla Dev Sağlık-İş Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Ö-G: Sendikaların şu anki durumu hakkında ne söylenebilir?
Arzu Çerkezoğlu: Sendikal hareket açısından aslında uzunca bir dönemdir ciddi bir takım değişimlerin ve alt-üst oluşların yaşandığı bir süreçten geçiyoruz. Öncelikle söylenmesi gereken şey, tüm dünyada ve Türkiye’de aslında bir sermaye politikası olarak hayata geçirilen ve dünya tarihinin en büyük işçileştirme-proleterleştirme sürecinin yaşandığı ve bu proleterleştirmenin de sermayenin stratejisi olarak güvencesizlik temelinde yaşandığı bir sürecin sonuçlarını yaşıyoruz. Dolayısıyla işçi sınıfının nicel ve nitel olarak muazzam derecede bir genişlemesi söz konusu, fakat tüm dünyada ve Türkiye’de sendikaların gerek bu yasayla gerekse de toplumsal etkilerinde bununla ters orantılı bir şekilde gerileme ve zayıflama var.
Sendikal hareketin bir tarihsel dönemi bitti diyebiliriz.
Bir önceki dönemde, iş yeri toplu sözleşmelerine endeksli; üye yapma, yetki alma, toplu sözleşme yapma eksenindeki sendikal mücadele tarzı bugün artık tek başına yeterli değil. Dolayısıyla sendikal hareketin bir döneminin kapandığı ancak işçi sınıfı hareketi için yepyeni bir döneminin başladığını söylemek yanlış olmaz.
– Yasanın sonuçları neler olacak?
– Bu yasanın ortaya çıkarttığı çok önemli sonuçlar var. Birincisi; yasa ile birlikte daha önce 28 olan iş kolu 20’ye düşürüldü. Bir takım iş kollarında birleştirmeler yaşandı. Yasa; sendikaların doğrudan devlet müdahalesine daha fazla açıldığı bir yaklaşımla oluşturuldu. Yani sendikaların iç tüzükleri ile belirleyebilecekleri bir sürü şey yasa ile belirlenir hale getirildi. Aslında işçi ile sendikanın ilişkisine devletin doğrudan müdahalesinin daha fazla olanaklı hale geldiği bir durum söz konusu.
Bir diğer noktada, e-devlet şifreleri üzerinden üyeliklerin yapılması hazırlıkları var. Bir yıl içerisinde tamamlanacak bir süreç. Bu durum; noter şartını kaldırarak üyelikleri rahatlatıyor gibi görünse de; devletin ve işverenlerin; işçilerin sendika üyeliklerine doğrudan müdahale edebilmesinin olanaklarını ortaya çıkaracak.
Yine bir başka konu çokça konuşulan baraj tartışmasıydı. Barajların kaldırılacağı ya da en azından düşürüleceği söyleniyordu. İş kolu barajı, işyeri ve işletme barajlarıyla beraber, aşamalı bir geçişle birlikte % 1 ile başlayan bir baraj sistemi halen korunuyor. Özellikle iş kolu barajı üzerinden sendikaların çok önemli bir kısmı yetki kaybına uğratılıyor. Böyle devam ederse; taşeronlaştırma, güvencesizleştirme ve sendikalı olmayı, örgütlenmeyi olanaksız hale getirme içerikli sermaye politikaları ve bu baraj sistemi ile birlikte düşünüldüğünde birkaç yıl sonra, birçok iş kolunda yetkili sendika kalmayacaktır. Dolayısıyla bu tabloya bakıldığında, bütünüyle birlikte bir sendikasızlaştırma sürecinin önünün açıldığı görülüyor.
– Dev Sağlık-İş’i nasıl etkiliyor?
– Dev Sağlık-İş için süreç farklı bir şekilde yaşandı. “Sağlık alanında insan ihale ile çalıştırılmaz, sağlıkta taşeron olmaz” diyerek taşerona karşı mücadele yürütüyoruz. Ve bu mücadeleyi ilk andan itibaren yetki alma ve toplu sözleşme yapma ekseninden çok, taşeron çalıştırmayı bütünüyle ortadan kaldırma perspektifi ile bir faaliyet yürütüyoruz. Yaklaşık 30 ilde, 58 hastanede örgütlenmiş ve 10 binin üzerinde üyesi olan bir sendikayız. Sendikamızın üyelerinin yaklaşık % 90’ı taşeron işçiler.
Bu yasanın gündeme gelmesi ve iş kolu istatistiklerinin yayınlanmasıyla ortaya çıkan tabloda Dev Sağlık-İş açısından şu noktayı gösterdi. Aslında bu yasa bütünüyle “güvencesizliğe güvence getiren bir yasa.” Bizim sendikamızın on bin civarında olan taşeron işçisi üyelerimizin hiçbiri istatistiklerde üye olarak görünmedi. Çünkü bu yasa ile birlikte bizim Çalışma Bakanlığı’na bildirdiğimiz noter onaylı üyeliklerimiz değil, işverenin SGK temelli kayıtlarını esas alan bir yaklaşım hayata geçirildi.
Biz bütün bu süreçte; bakanlıkla ve bürokratlarla yaptığımız görüşmelerde şunu gördük ki; sorun üyeliklerin sayılması ya da sayılmaması ve bir idari sorun değil; politik bir sorun. Bugün sermayenin ve onun hükümeti AKP’nin taşerona yaklaşımının bir sonucudur.
Bu süreçte “taşeron işçiye müjde” diyerek yeni düzenlemeler yapmaya hazırlanıyorlar. Bizim 10 bin üyemizin istatistiklerde görünmemesi, müjdenin kimler için olduğunu bizlere gösteriyor. Biz bu süreçte bir dava açıyoruz istatistiklerin iptal edilmesi ve üyeliklerin verilmesi ile ilgili olarak. Ancak bunu adaleti mahkemelerden bekleyen bir süreç olarak ele almıyoruz. Aksine işçi sınıfının alanlardaki gücü ile besleyeceğiz ve bu süreçte verdiğimiz mücadelenin %1’in kavgası değil, yüzbinlerce taşeron işçisinin sendikal hak ve özgürlüklerini kazanma mücadelesidir.
İşçi sınıfının onca bedel ödeyerek kazandığı sendika hakkı için mücadeleyi büyütmek zorundayız ve biz üyelik üzerinden yürüttüğümüz mücadeleye de böyle bakıyoruz. Bu salt üyeliklerin kabulü ve yetki alma kavgası değil. Asıl kavga; taşeron işçilerinin var olma mücadelesidir, sermayenin taşeronlaştırma, güvencesizleştirme, ucuz işçilik, iş cinayetleri gibi politikalarına karşı mücadeledir. Bu noktadaki mücadeleyi de tüm sendikalar ve kurumlarla ortak yürütmeye çalışıyoruz.
– AKP “sendikalar ve toplu iş sözleşmesi” yasası ile ne amaçlamaktadır?
Bu yasa neo-liberal dönemde, AKP ile birlikte işçi sınıfının kazanılmış bütün haklarını ortadan kaldıran ve ucuz ve güvencesiz işçilik politikalarında son noktayı koyan politikalardan bir tanesi. Sendikalar Yasası ile birlikte AKP bugün işçi sınıfını bütünüyle sendikasızlaştırmaya, örgütsüzleştirmeye çalışıyor.
Tablo gayet açık. Ve bunu da demokrasi adına, 12 Eylül’ün darbe hukukunu tamamen ortadan kaldırıyoruz diyerek yapmakta. Geçtiğimiz referandum sürecinde Tayyip Erdoğan “işçiler bundan sonra iki sendikaya üye olabilecek” söylemleriyle oy istedi. Ancak bugün görüyoruz ki, taşeronda sendika tanımayan bir hükümetle karşı karşıyayız…
AKP özellikle yasada yandaş sendikaların önünü açan bir yaklaşım sergiliyor. Hak-İş’e ısmarlama maddeleri bile vardı yasada. Yani yasa bir yandan işçi sınıfını örgütsüzleştiren, diğer yandan da yandaş sendikaların önünü açarak, sermaye yanlısı politikalara alan açan bir içeriğe sahip. Aynı süreç Memur-Sen üzerinden kamu sektöründe de yaşanıyor.
AKP açısından neo-liberal politikaları daha da derinleştirecek ve işçi sınıfını sendikasız-savunmasız-silahsız bırakmayı hedefleyen bir yasa bu. O nedenle bu yasa ile birlikte ortaya çıkan tablo açık bir biçimde şunu gösteriyor:
İşçi sınıfının tarihine ve kazanımlarına baktığımızda, fiili-meşru mücadelenin her zamankinden daha fazla önem kazandığı ve işçi sınıfının kendi yasalarını kendisi yapmaya yönelten bir mücadele stratejisinin gerekli olduğunu bir kere daha ortaya çıkartmıştır. Bu yasayı bütünüyle ortadan kaldırmak, değiştirmek işçi sınıfının mücadelesi ile olacaktır.