Uzun bir süredir ülke tarımında yaşanan dönüşümü; küçük üreticiyi yok etme planı üzerinden tanımlamaya çalıştık. Elbette bu saldırıları bir bütün olarak tasfiye biçiminde tanımlamak tam anlamıyla doğru olmayacaktır. Neo-liberal politikaların temel dallarından biri olan tarımsal politikaları incelemek, saldırıların kimi hedeflediğini de gösteriyor.
Uygulanan politikalarla köylü, üretici konumundan kopartılıyor. Bu süreçte, toprak el değiştiriyor. El değiştirirken daha büyük parseller oluşuyor. Bu parsellere özellikle yabancı ortaklı şirketler tarafından yatırım yapılıyor. Tarım ülkesi olan Türkiye’ye yabancı şirketlerin yapmış olduğu yatırım, daha çok tarımsal üretim üzerinden sektörleşme hedeflidir. Bugün tarıma dayalı sanayi kuruluşlarının hemen hemen tamamı yabancı şirketlerin elinde. Yıllar öncesinden “tarımı köylüden kurtarma” sloganı ile başlatılan bu süreç devlet tarafından destekleniyor. Bunu mevcut tarımsal politikalarda görmek mümkün.
Bu bağlamda tarımsal üretimde yaşanan değişimleri incelemekte de fayda var. Çok eskilere gitmeden, son 10 yılın politikaları bize gerçeği gösteriyor. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı verilerine göre, 2002 yılında Çiftçi Kayıt Sistemi’ne kayıtlı 2 milyon 588 bin üretici vardı. Bu rakamın büyük çoğunluğu orta ve büyük üreticilerdir. 2011’de sisteme kayıtlı üretici sayısı 2 milyon 292 bin kişiye geriledi.
Bu dönemde sadece üretici sayısında değil, ekilen alanlar ve ürün çeşitliliği bakımından da ciddi değişiklikler oldu. 2002 yılında 26,5 milyon hektar olan toplam tarım alanı, 2011’de 23,6 milyon hektara, aynı dönemde ekilen alan ise 18,1 milyon hektardan 15,8 milyon hektara geriledi. Yüksek girdi maliyeti nedeniyle üretici, tarlasını boş bırakıyor ve ekemiyor.
Son dönemlerde yatırımın yoğun olduğu alanlardan birisi de meyve ve zeytincilik… 2002’de 1,4 milyon hektar olan meyve bahçesi alanı; 2011’de 1,7 milyon hektara ulaştı. Aynı dönemde zeytin alanı ise, 620 bin hektardan 784 bin hektara çıktı. Devletin bu alanlara yönelik vaatleri ile bu sürece gelindi. Bu değişimi olumlu bulup alkışlayanlar da var, çok ağır eleştirenler de.
Hayvancılıktaki deneyim bu sürecin yanlış yönetildiğini gösteriyor bizlere. Bildiğiniz gibi hükümet; 2010 yılında hayvancılığa sıfır faizli kredi vereceğini açıklamış ve 2010-2012 döneminde 7 milyar lira düşük faizli kredi vermişti. Kredi kullanan yatırımcı sayısı 170 bin civarında. Bunların bir bölümü; yıllardır hayvancılık yapan üreticiler; yani işletmesini yenilemek veya büyütmek için kredi kullananlar. Çok büyük bölümü ise sektör dışından; yani daha önce hayvancılık yapmayan ama verilen kredinin cazibesine kapılıp yatırım yapanlar.
Sektöre yeni girenlerin kurdukları işletmelerin büyük bölümü orta veya büyük ölçekli. Bu kredi ile bin baş ve üzeri hayvana sahip birçok işletme kuruldu.
Buradan köylü üretiminin gelişimine karşıt bir anlayış açığa çıkabilir. Ancak esas karşıt olunması gereken nokta; “aslan payı” nın, emperyalist patentli bu işletmelere gidiyor olmasıdır. Öte yandan bu işletmeler bugün ülke tarımını derinden etkileyen spekülasyonun baş aktörlerindendir. Spekülasyonlar ile beraber üreticilerin; bu işletmelere yönelik bağımlılıkları artıyor. Bu artış sömürünün ta kendisidir. Ayrıca burada temel hedef ise “hayvancılığı köylüden kurtaracağız” şiarı ile işletmelerin kurulmasıdır. Bu anlayışla, son 3 yılda kurulan büyük işletmelerin çoğunda ise ciddi sıkıntılar yaşanıyor. Zira tarımın üreticiden kopartılmasına paralel olarak tarımsal üretimde çalışacak kişi sayısında da azalma gözlemlenmekte. Ve göçler nedeniyle de tarımsal işletmeler ürün sıkıntısı yaşıyorlar. Çünkü üretecek köylü yok.
Özetle; bu süreçle birlikte küçük üreticiliği yok sayan ve büyük işletmeciliği teşvik eden devlet köylüyü topraktan kopartmaktadır.
Bu sürecin iyi analiz edilmesi gerekiyor. Zira bu durum; ülkede işsizler ordusunun büyümesine neden olmaktadır. “Tarımı köylüden kurtaracağız” diye yola çıkanlar tarım arazilerini boşaltırken ülke kaynaklarını peşkeş çekerek hem üreticiye hem de tüketiciye büyük darbe indiriyor.