1 Kasım seçimlerine, coğrafyamızda sınıf mücadelesinde çatışma ve hesaplaşmanın, direniş ve mücadelenin büyüdüğü bir politik atmosferde giriyoruz.
Hâkim sınıfların iktidarı elinde tutan kliğini temsil eden AKP hükümeti, 7 Haziran’da aldığı yenilgiyi 1 Kasım’da telafi etmek adına gemi azıya almış görünüyor. 7 Haziran’da tüm sahtekârlıklarına yalan ve dolanına, devletin olanaklarını arkasına alarak yürüttüğü propagandaya ve Erdoğan’ın açık desteğine karşın AKP ağır bir yenilgi almıştı. Gezi İsyanı’nın temelden sarstığı, 17–25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla ahengi ve uyumunu kaybeden AKP için şimdi safları yeniden tahkim etme ve geriye gidişi durdurma vakti.
7 Haziran’da 400 milletvekili istediğini her fırsatta açıkça ilan etmekten çekinmeyen Erdoğan için şimdi esaslı hedef partisindeki çözülmeyi durdurabilmek. Açık olan şu ki gelinen aşamada AKP için ilk ve öncelikli hedef 400 milletvekili çıkararak anayasayı değiştirecek çoğunluğu sağlamak değil, 1 Kasım’da mecliste en azından çoğunluğu sağlayarak tek başında hükümet kurabilecek güce kavuşmak. Yasal düzlemde başkanlık rejimini getirecek değişiklikler için planlamaların ötelendiğini söylemek mümkün. Ne ki bu, Erdoğan’ın bugün fiili anlamda hükümete hemen her konuda doğrudan müdahale ettiği ve fiili başkanlık yaptığı gerçeğini değiştirmiyor. Sahada bugün açısından durum bu olsa da buna AKP’nin bugünkü kadro ve gerçekliğinin cevaz verdiği de bir gerçek. Bu durumun yasal güvence altına alınması Erdoğan’ın ve onunla birlikte hareket eden kadronun geleceği açısından belirleyici.
Bundandır ki AKP/Erdoğan için tıpkı 7 Haziran gibi 1 Kasım seçimleri de hayati bir rol oynuyor. Başka bir ifade ile AKP için bu dönem ya geriye gidiş ve çözülmede daha hızlı adımlara ya da bir derlenme ve toparlanma ile safların tahkim edilmesi ve geriye gidişe dur denilerek ömrün uzatılmasına vesile olacak. AKP/Erdoğan açısından bıçak sırtı bir durumun olduğu söylenebilir. 7 Haziran sürecinde ve sonrasında ivmesi giderek artan saldırı dalgasının başlıca nedenlerinden biri de bu gerçek. AKP’nin sıkışmışlığı ve yönetme krizi, krizin derinleşmesine ve AKP’nin kan kaybetmesine neden oluyor. AKP’nin, 7 Haziran’da toplumun önemli bir kesiminden tecrit olduğu tescil edildi. Özelikle Kürt halkından oy alabilen tek parti(HDP’den sonra) olmakla övünen AKP için durum hiç de parlak değil. Günlük yaşamda karşılığını her gün biraz daha fazla gösteren ekonomik kriz de hesaba katıldığında AKP’nin süreci yönetmede yaşadığı zorluklar açıkça görülüyor.
AKP mevcut darlaşma ve geriye gidiş haliyle birlikte yaşadığı sıkışmışlığı aşmak adına elinde kalan son karta; baskı, gözaltı, şiddet ve katliama yöneldi. Bir kısmını açmaya çalıştığımız söz konusu nedenlerden dolayı bunun yalnızca 1 Kasım seçimlerine özgü bir yan taşımadığı daha kapsamlı ve uzun vadeli bir nitelik taşıdığı söylenebilir.
Gelinen aşamada AKP açısından toplumsal düzlemde açığa çıkan durumun kısa vadede çözülmesi olanaklı görünmüyor. Son olarak AKP kongresinde 2002 ruhu olarak formüle edilen tabloya ulaşmak bugünkü politik atmosfer içinde sadece bir hayal. Zira ne Türkiye 2002 Türkiyesi, ne toplum 2002 toplumu ne de hakim sınıflar arasındaki saflaşma ve çatışma aynı. Aynı olmayan esaslı faktörlerden biri de başta yurtsever hareket olmak üzere muhalif güçlerin ve toplumun AKP’ye bakışı. 2002’den bugüne kabul edilmelidir ki köprünün altından çok sular aktı. Diğer tüm gelişmeler bir yana tarihimizde örneğine az rastlanan bir isyana bu dönem içinde tanık olduk. Öte yandan yurtsever hareketin özellikle Kobanê ile birlikte geldiği aşamanın da 2002’den epeyce farklı olduğu açık.
Toparlarsak, 1 Kasım seçimlerine giderken bu döneme damgasını vuracak temel çelişkilerin daha büyük olduğu açık. Bugün popüler deyimle resmin büyüğüne bakıldığında, hâkim sınıflar ile ezilenler arasındaki çatışma ve hesaplaşmanın derinleştiğini söylemek mümkün. 1 Kasım seçimlerinin ortaya çıkaracağı gerçek bu büyük tablo içinde çelişkinin nasıl bir biçim ve nitelik alacağına yapacağı etkiyle anlam taşıyor.
Bu anlamda güncelliğini koruyan bir gerçek olarak saflaşma, AKP’de ifadesini bulan Türk hâkim sınıfları ile yurtsever hareketin merkezinde olduğu, onunla dayanışma içindeki devrimci, ilerici güçlerin oluşturduğu muhalefet cephesi arasında cereyan edeceğe benziyor.
Bundandır ki 1 Kasım seçimlerinde tavrımız, HDP ile birlikte hareket etmek, yan yana yürümek olmuştur. Milletvekili adaylarının olup olmaması esasa dair bir nitelik taşımaz. Aksine genel tutum ve durum açısından daha tali bir yerde durmaktadır.
7 Haziran’ın Deneyimleriyle 1 Kasım’a…
7 Haziran seçim dönemi birçok yandan önemli deneyimleri açığa çıkardı bizim açımızdan.
İlk olarak süreçte etkin bir çalışma yürüttüğümüzü bu anlamda tavrımızın hakkını verdiğimiz söylenebilir. Buna bağlı olarak değişik alan ve bölgelerde faaliyetçilerimizin moral ve motivasyonun geliştiği bir dönem oldu. Bu durum doğrudan kitlemizi etkilemiş ve kitlemizin de önemli oranda sürece aktif katılımını sağlamış; gerek faaliyetçiler gerekse de kitlemiz açısından politik düzeyin artmasına vesile olmuştur.
Bu çalışmayla birlikte uzunca bir süredir doğrudan organik bir ilişkide olamadığımız çevre çeperimizin ve tabanımızın da harekete geçtiği bir dönem oldu.
Alan ve bölgelerde komisyonlar ve diğer birçok biçimde ortaya çıkan kolektif çalışma tarzı sayısal niceliğinin üstünde bir enerjinin açığa çıkmasını sağladı.
Belki de sürecin en önemli yanı başta Kürt halkı ile olmak üzere toplumun çeşitli kesimleriyle daha fazla bütünleşme ve buluşma olmuştur. Şovenizmle mücadele ve Kürt halkıyla daha sıkı bağların kurulması bağlamında olumlu bir dönem geçirilmiş oldu. Elbette bu süreçte eksiklerimiz de oldu.
En önemli eksikliğin kendi özgün çalışma ve örgütlülüklerimizin harekete geçirilmesinde olduğu bir gerçek. Özellikle kendi örgütsel mekanizmalarımız üzerinden sürecin işletilmesinde daha verimli bir sürecin yürütülebileceği bir gerçekti. Bununla birlikte farklılıklarımızı ve sürece dair politik fikirlerimizi daha etkin ve vurgulu bir şekilde yapma şansımızın olduğu da bir gerçekti.
Toparlasak; 7 Haziran’ın bizim için en önemli sonuçlarından biri örgütlenme başlığında diğeri ise beraber hareket ettiğimiz güçlerle aramızdaki farklılıkların belirtilmesi başka bir deyimle ideolojik mücadeleye dair olmuştur.
Partizan’ın seçimlere dair tavır açıklamasında dile getirildiği üzere gerek parlamentonun işlevi ve değiştirilmesine dair yaklaşımlarda gerekse de sürece dair pek çok konuda belirgin farklılıklarımız bulunmaktadır.
Bugünkü görevimiz 7 Haziran’dan edindiğimiz tecrübe ve derslerle 1 Kasım sürecini en verimli şekilde geçirmek olmalıdır. 7 Haziran döneminde mahalle, alan ve bölgelerde kendi örgütlenmemize dair kurduğumuz komisyonların yeniden kurulması ve hızlıca harekete geçmek, ilk adım olabilir. Devamında bu komisyonların HDP ile eş güdümünün sağlanması, ortak komisyonlarda yer alınması önemli.
7 Haziran’da yaklaşık 2,5 aylık bir seçim sürecini yaşadık. Ne ki bugün açısından böyle bir geçekliğin olmadığı açık. Daha dar bir zamanda seçim çalışması yürütmek durumundayız. Bu bakımdan miting sayılarının ve merkezi etkinlik ve açılışların daha az olacağı açık. Bizim açımızdan belirlediğimiz mahalle ya da bölgelerde birebir faaliyet yürütme yöntemi daha uygun olacak gibi görünüyor. Diğer yandan kendi materyallerimizin etkin bir şekilde kullanılması da önemli bir yerde duruyor. Söz konusu çalışmada HDP ile aramızdaki farklılığa pratik mücadele içinde yan yana yürürken dikkat çekmek, kitlelere politik görüşlerimizi taşımak da önemli.
Tüm faaliyetimiz boyunca yeni ilişkilerle tanışma, onları sürece dâhil etmek, örgütleme perspektifi ile hareket etmek bizi ileriye taşıyacaktır. 7 Haziran seçimlerinde olduğu gibi kitlemizi sürece dahil etmek, onlarla inisiyatifi paylaşmak ve düzenli toplantılar örgütlemek, daha verimli ve etkin bir çalışmanın örgütlenmesini de kolaylaştıracaktır.
7 Haziran döneminde AKP şiddeti düşük bir profilde tutarak, HDP’yi sürekli bir şekilde provoke etmeye ve çatışmanın içine çekmeye çalıştı. Buna karşılık genel tutum bunun dışında kalmak ve daha çok seçim çalışmasına ağırlık vermek oldu. Dönem açısından bu yaklaşımın başarılı bir sonuç verdiği de söylenebilir. Ne var ki bugün açısından süreç oldukça farklı.
Devletin yurtsever, devrimci ve ilerici güçlere kapsamlı bir saldırganlık furyasını yaşama geçirdiği, açık katliamlara giriştiği bir süreci yaşıyoruz. Bu bakımdan bugün açısından fiili, meşru mücadeleye daha fazla ağırlık vermek devletin saldırılarına sokakta daha fazla tepki göstermek ve direnişi büyütmek öne çıkmalıdır. Seçim çalışmaları bu gerçeklik içinde ele alınabilir. Faşist saldırılara ve şovenizme geçit vermemek ve direnişi büyütmek sürecin esas yönünü oluşturmaktadır bugün için. Seçim çalışması bu gerçeklik içinde anlam kazanıyor.
Zamanımız sınırlı, süreç hareketli ve düşman azgınca saldırıyor. Bu süreci örgütlülüklerimizi etkin bir şekilde harekete geçirmek, kitlemizle direnişi büyütmek, faşist saldırılara ve şovenizme karşı set oluşturmak yaklaşımıyla ele alabiliriz. “1 Kasım’da Oylar HDP’ye” şiarı tam da bu gerçeklik içinde anlam taşıyor.
Bunun için zaman kaybetmeden, bir an önce harekete geçerek çalışmalara başlamalıyız!
(Bir Partizan)