11 yıl önce Mayıs sonu Haziran günlerinde Gezi’ye çıktık. Muktedirin faşist zihniyetine, uygulamalarına ve zehirli diline karşı üç beş ağacı koruma mücadelesi olarak başlayan Gezimiz önce Taksim Meydanı ve ardından tüm coğrafyaya yayıldı. Yüzbinlerce insan şu veya bu nedenle Gezimize katıldı. Ortaklaştıkları nokta birdi: Yeter Artık!
Gezimize dair çokça şey söylendi ve yazıldı. Yazılmaya ve söylenmeye de devam edecektir. Çünkü Gezi, önce birkaç kişinin voltasıyla başladı. Sonrasında ise yüzbinlere ulaşan bir uzun yürüyüşe evrildi. Elbette bir devrim değildi.
Yüzbinlerce insanın öfke ve tepkisinin; “Sık bakalım, sık bakalım” diyerek dile gelmesiydi. “Korkma la, biziz halk” denilmesiydi. Devrimin fragmanıydı.
Gezimiz muktediri ve iktidarını alaşağı edemedi. Bunun elbette nedenleri vardı. Bir onur ve haysiyet isyanıydı. Öfkemizin kendiliğinden de olsa dışa vurumuydu. Muktedirin tahakkümüme, emredici diline karşı itirazdı: “Çok açık ve net söylüyorum: Biz birkaç tane çapulcunun o meydana gelip, insanımızı, halkımızı yanlış bilgilendirmek suretiyle tahrik etmesine, pabuç bırakmayız” denildiği yerde “Edî bes e” çığlığıydı. Bu Gezimizi çok sesli ve renkli yaptı.
Gezimizi engellemek istediler. Bu amaçla muktedir en iyi bildiği şeyi yaptı: “Şu anda evlerinde bizim zorla tuttuğumuz bu ülkenin en az yüzde 50’si var” diyerek tehdit etti. Ardından ise en iyi bildikleri şeyi yaptılar. Gezi’ye saldırdılar ve katlettiler. Aramızdan gencecik insanları kopardılar ve onlarcamızı yaraladılar.
Gezimize “terörö” dediler. “Fıskiyemizi kırdılar”, “cam çerçeve indirdiler, kaldırım taşı söktüler” deyip, “Penguen belgeselleri” yayınladılar. Ama her saldırı Gezimizi daha da büyüttü.
Başlangıçtaki üç beş çapulcunun ağaç eylemini on binlerin katılımıyla isyana sevk eden Gezimiz, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin andaki ifadesiydi. Kitlelerin kendiliğinden eylemi muktedirin tehditleri ve emrindeki güçlerin saldırıları nedeniyle daha da büyüdü. Ve kıvılcım yangına dönüştü.
Muktedir ve hempalarının Geziye çıkmamızdan korkmaları boşuna değildi. Coğrafyamızda her Geziye çıkan, dönemin muktedirleri tarafından çapulcu ilan edilip, başıbozuklar olarak tanımlanmıştı. Sarayda oturanlar her daim sokakları ve meydanları kendileri için bir tehdit olarak görmüştü. Bu korku nedensiz değildi. Geçmişte de sokaklar barikatlanmış, meydanlar işgal edilmişti.
Tıpkı Osmanlı’nın Lale Devri’nde dönemin muktedirlerinin lüks ve şatafatlı yaşamına isyan ederek iktidarlılarını sarsan ve “Meydan Padişahı” ilan edilen Patrona Halil İsyanı’nda olduğu gibi. Kurulu düzene başkaldıran herkes şaki ilan edilmiş, eşkıya hakkında fermanlar çıkarılmıştı.
Ferman padişahınsa sokaklar, meydanlar ve dağlar bizimdir denilmiş ve nihayet ayakların baş olması için Gezi’ye çıkmıştı. Tıpkı ’71 devrimci çıkışının önderleri gibi. Onlar da Gezi’ye çıkmış ve tam da bu nedenle “üç beş çapulcu” ilan edilmişlerdi. Ve onlar muktedirin iktidarını sorgulamakla kalmayıp Gezi’ye çıktıkları için katledilmişti.
Gezimiz onların mücadele ve direnişlerine de bir selam yollamıştı.
Gezimiz sınıflar mücadelesinin coğrafyamızda doğrudan ürünü olarak ortaya çıktı. “Kahrolsun bağzı şeyler” derken var olana ve dayatılana itiraz ediyordu. Bu anlamıyla muktedire korku saldı. Ve muktedir o gün bu gündür bin odalı sarayında rahat yüzü görmedi. Gezimiz onun kabusu oldu. “Camide bira içtiler” diyerek yalan söyledi.
Yalanına kendisi de inandı ve günlerce tekrarladı. Her ağzını açtığında çapulcuları andı. Korktuğu için saldırdı, saldırdığı için daha çok korktu. Korktuğu için ve Gezimizi cezalandırmak için göstermelik davalar açtırdı. İbret-i alem olsun diyerek Gezimize “müebbetlik cezalar” verdirdi.
Ne var ki, korkunun eceline faydası olmadığını biliyordu. O nedenle hala korkuyor. Korktuğu için de hala yalanlarını bir dua gibi tekrarlıyor.
Şimdi belki o sıcak Haziran günleri gibi kitlesel değiliz. Muktedirin 1 Mayıs yasağına karşı meydanları zapt edemiyoruz. Buna rağmen muktedir korkmaya devam ediyor. Bu nedenle 1 Mayıs’ı yasaklıyor. 1 Mayıs yasağını tanımayanları tutukluyor ve haklarında onlarca yıllık ceza istiyor.
İbrahim Kaypakkaya’yı andıkları için gençleri tutukluyor. Kobane direnişinde sokaklara çıkanları ve direnenleri ağır hapis cezalarıyla yıldırmaya ve teslim almaya çalışıyor.
Gezimizden geriye ne kaldığını sorarsanız; üç beş ağaç için başlayan Gezimiz, Kobane Direnişi’nde, Rojava’nın savunulmasına devam etti. Gezi yenilmedi, Kobane düşmedi. Gezimiz sürdükçe korkuları da sürüyor ve o ağaçlar hala orada duruyor…
(Yeni Yaşam. 5 Haziran 2024)