AKP/Erdoğan iktidarının 20 yıllık iktidarı boyunca ülkeyi müteahhit zihniyetiyle yönetmesinin birçok sonucu oldu. Betona ve hazır paraya olan düşkünlükleri, ülkeyi hem ekolojik hem de ekonomik krize sürükledi, sürüklemeye de devam ediyor.
Bu müteahhit zihniyetinin son projesi de 1915 Çanakkale Köprüsü oldu. Esasen 2017’de başlanan köprü, 5 yıllık bir süreyle 18 Mart 2022 tarihinde Erdoğan’ın şaşalı şovuyla açıldı. Açılır açılmaz da tartışmaları beraberinde getirdi. Köprünün gerek maliyeti gerekse de AKP iktidarının olmazsa olmazı haline gelen Yap-İşlet-Devret modeli, ülkede herkesin yakından takip ettiği tartışmaları da alevlendirmiş oldu. Elbette köprünün maliyeti ve bu maliyette kimin “parayı götürdüğü” daha güncel bir tartışma olsa da, esasta bu vurguna yol açan yap-işlet-devret modeli, en azından yakın gelecekte de halkın esas sorunlarından birisi olacaktır ve buranın da anlaşılması gerekiyor.
Kısa bir geçmiş taraması yapacak olursak; 2001 ekonomik krizini ve krizin ardından IMF ve Kemal Derviş politikaları ile 2002 seçimlerinin ardından gelen AKP iktidarı süreci herkes tarafından bilinecek/hatırlanacaktır. Yaşanan bu krizin ardından ABD emperyalizminin döviz dağıtması, TC ekonomisine bir miktar “nefes aldırmış” görece daha rahat bir seyir almıştı. Bu ilk yıllardaki döviz bolluğu, AKP iktidarına ekonomik olarak öncüllerine göre daha rahat hareket edebilme olanağı yaratmış ancak bu süreçte de emperyalizmin pazar ihtiyaçlarına göre sermaye yeniden yapılandırılarak, üretim ekonomisinden ithalat ekonomisine geçişin nüveleri ortaya çıkmıştı. Ardından patlak veren 2008 krizinin tüm faturası yine halka ödetilmişti.
Geçen bunca yıl ise iktidarın emperyalist pazara ülkenin tüm kaynaklarını peşkeş çekmesini beraberinde getirmiş, AKP iktidarının elinde sadece “beton ekonomisi” diyebileceğimiz bir modelde kalmasına ve tıkanmasına yol açmıştı. Çünkü AKP iktidarı, 2002’den bu yana ülkenin tüm kaynaklarını pazara çıkarmış; SEKA, TEKEL, limanlar ve çok sayıda üretim alanları özelleştirilmişti. Ekonomi ise bu politikaların ardından dışa bağımlı bir hale gelmişti ve deyimi yerindeyse “son birkaç atımlık canı” kalmıştı.
Kalan son bu birkaç atımlık canı da AKP iktidarı suyunu çıkarana dek sürdürmeye çalışıyor. İşte Yap-İşlet-Devret çarpık anlayışı da bu modeli de belki de halkın orta ve uzun vadede en çok cebine göz diken devlet uygulamalarından biri olarak karşımıza çıkıyor.
AKP’nin, uzun yıllardır sürdürdüğü bu Yap-İşlet-Devret (YİD) anlayışı, en basit haliyle; halkın geçmediği köprüye, uçmadığı havalimanına, tedavi olmadığı hastaneye dolaylı olarak ücret ödemesi demek. Çünkü bu projeler, projeyi alan şirkete belirli oranlarda “müşteri” garantisi vaat ediyor. Kişi değil özellikle müşteri demek gerekiyor. Mesela AKP iktidarının “sağlıkta devrim” sloganıyla halka yutturmaya çalıştığı Şehir Hastaneleri projesi, hasta garantili bir şekilde özel şirketlere peşkeş çekilmiş durumda.
Eğer o sayıya ulaşılamazsa -ki ulaşılabilirlikten epey uzak- aradaki o fark, yani şirketin zararı Hazine’den karşılanıyor. Yani dolaylı yoldan halk tedavi olmadığı hastaneye ücret vermiş oluyor.
200 liracık…
Bu Yap-İşlet-Devret sisteminde, -son dönemlere- bakılacak olunursa, benzer sermaye gruplarının sürekli ihaleleri aldığı da görülüyor. Halkın artık kulağına pelesenk olan 5’li çete denilen bu gruplar (Cengiz Holding, Limak Holding, Kalyon Holding, Kolin Holding ve Makyol Holding) müşteri garantili ihalelerle sermayesine sermaye katarken, fiyatlandırma konusunda da olabildiğine rahat bir şekilde hareket edebiliyor. Bir örnekle bu şirketlerden Makyol’un içerisinde bulunduğu şirketler grubunun, Osmangazi Köprüsü’ndeki garanti müşteri planlamasından kaynaklı Hazine’den aldığı parayı yazalım;
“İzmit Körfez geçişini sağlayan ve 2009’da gerçekleştirilen Türkiye’nin en büyük otoyol ihalelerinden biri olan Osmangazi Köprüsü, Temmuz 2016’da ücretli geçişe açıldı. O dönemde köprünün Nurol-Özaltın-Makyol-Astaldi-Yüksel-Göçay şirketleri ortaklığında kurulan Otoyol A.Ş. 22 yıl 4 ay süreyle işleteceği açıklandı. Günlük garanti edilen geçiş sayısı 40 bin. Sözleşmedeki otomobil geçiş bedeli 35 dolar+KDV. (Köprünün ulaşıma açıldığı tarihteki dolar kuru ortalama 2.95 TL idi.) Verilen garantiler kapsamında köprüden 14.6 milyon araç geçmesi gerekiyordu. 2017’de köprüden geçen araç sayısının toplam 8.5 milyon olduğu, geçiş ücretinde yapılan indirim farkının da Hazine’den çıktığı açıklandı. Hazine’nin geçen araçlar için 578 milyon lira, araç garantisi nedeniyle geçmeyen araçlar için ise 811 milyon 300 bin lira ödeyeceği hesaplandı. Köprünün Hazine’ye 2017 için bir yıllık maliyeti 1.3 milyar TL oldu.”
Bu sadece bir köprünün dolar kuru 2.95 iken Hazine’ye 1 yıl maliyeti. Bu YİD yöntemiyle yapılan tüm betonarme yapıların maliyetini de hesap etmek akıl sınırlarını zorlar vaziyette.
Bu modelin son ayağı ise 1915 Çanakkale Köprüsü oldu. Erdoğan’ın açılışını yaptığı ve geçiş ücretinin “200 liracık” olduğunu söylediği bu köprü de YİD modelinin 2022 yılı ve sonrasında halka nasıl yük olacağını da tekrar gösterdi. Daelim-Limak-SK-Yapı Merkezi şirketlerinin yüklenici firmalar olduğu ve 11 yıl boyunca işleteceği köprü için açıklama yapan Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı, köprünün maliyetine ilişkin, “1915 Çanakkale Köprüsü’nün maliyeti 1 milyar 750 milyon avrodur” açıklamasını yaptı. Bununla beraber köprü için yapılan anlaşmada, şirketlere günlük 45 bin araç geçişi garantisi verilmiş durumda. Siyasetçiler ise bu sayının yanına yaklaşılamayacağını vurguluyor.
Halkın vurgun düzenine öfkesi yükseliyor
Yukarıda bahsini ettiğimiz gibi bu köprüde de geçmeyen araçların maliyeti Hazine’den yani halkın cebinden çıkmış olacak. Köprünün maliyetine ilişkin bir kıyaslamasını yapacak olursak;
Köprünün uzunluğu ise 4.06 kilometre. Yani köprünün km maliyeti 900 milyon Dolar. Hong Kong ve Çin arasında yapılan Macau Köprüsünün maliyeti ise 360 milyon dolar civarında. Aradaki fark ise elbette halkın cebinden çıkıp sermayenin cebine girdi. Bundan sonra da sermaye geçmeyen araçlar için de sermaye elini bizim cebimize atacak.
Özetlemek gerekirse; AKP/Erdoğan iktidarının özelleştirme ve Yap-İşlet-Devret modelindeki ısrarının ürünü olan Çanakkale Köprüsü, gerek büyük betonarme yapısıyla gerekse de maliyeti ve sermayenin her durumda kazançlı çıkmasıyla AKP döneminin tam anlamıyla karşılığını bulduğu bir yapı. 20 yıldır emekçi ve halk düşmanı kesilip, sermayenin ve emperyalizmin hamiliğinde bulunan AKP iktidarı, gelecek dönem için de halkı borçlandırmayı sürdürüyor. Ancak bu son köprü açılışıyla da görülüyor ki, halkın bu vurgun ve talan düzenine olan öfkesi yükselmeyi de sürdürüyor.
Bu öfke halinin önümüzdeki 1 Mayıs’a yansıyacağından da şüphe yok. Yapılacak şey ise halkın bu talan düzenine olan öfkesini doğru noktalara temas ettirerek yerine ulaştırmak olmalıdır. Bu sürecin örgütlü güçler açısından böyle ele alınması gerekmektedir.