Herkese ve her şeye düşman bir devlet gerçekliği karşımızda duruyor. Soykırım ve katliamla beslenen, kan ve zulümle tarih yazmakla övünen Türkiye Cumhuriyeti (TC) devleti, geçtiği her yerde medeniyetleri yıkmaktan, yağma ve hırsızlıktan başka hiçbir iz bırakmamıştır.
Tek ve yegane ihraç maddesi, zulüm kokan işgalci asker ve yağmacı çeteler olan Türk devletinin hukukunda insan haklarına, özgürlüklere dayalı hiçbir şey bulunamaz. Reform yapmayı bile “dış baskı”lar olmadan aklına getirmeyen, kendine özgü zulüm hukukunu uygulayan İttihatçı-Kemalist Türk devleti, sürekli bir şekilde içerde ve dışarıda düşman aramış, bulmakta hiç zorluk yaşamamıştır.
Ezeli ve ebedi düşmanları arasında her dönem ve her daim, Ermeniler-Rumlar-Kürtler-Aleviler-Kadınlar-İşçiler olmuştur.
İşgal ve saldırılarla komşularının baş tehdidi ve tehlikesi olan TC devleti, Efrîn-Serêkaniyê-Girê Spî-Karabağ-Garê işgal saldırılarıyla sadece ülke halkının değil bölge halklarının da baş düşmanı durumuna gelmiştir.
Her işgal ve saldırı, halklarda büyük bir öfke, yüzyıl da geçse bitmeyecek bir kin yaratmaktadır. Yetim ve sahipsiz kalan sayısız çocuk, hesap sormaya hazır bilinçle büyümektedir.
Kana ve talana doymayan TC ordusu, desteklediği yağmacı çete ordusuyla bu kez Tıl Temir’e saldırmaktadır. Tıl Temir, barış ve huzur kokan eski bir Asuri-Süryani yerleşim yeridir. Yoğun çete saldırılarıyla halkın geceleri kabusa çevrilmek istenmektedir.
On yıllık ağır savaş koşulları içinde geri dönülmez büyük bir göç dalgası sonrası geride kalan Asuri-Süryani-Ermeni halkı, yaşadığı topraklarını öz savunma güçleriyle koruma ve savunmanın çabası içindedir. Uzun yıllar sonra tarihlerinde ilk kez kendilerine ait bir öz savunma gücü ve iradelerini yaratmışlardır.
Bu devrimci çabanın sonuçsuz kalan Avrupa kapılarını aşındırmaktan bin kez daha iyi olduğunu büyük bedeller ödeme pahasına öğrendiler.
Avrupa’nın açılmayan kapıları, gelmeyen sahte reformlarını beklemek yerine yaşadıkları toprakları koruma ve savunmanın çok daha değerli olduğunu devrimle birlikte öğrendiler.
TC ordusunun her saldırısı, yetim kalmış sayısız çocukta bitmeyen bir öfke ve yüz yılda geçse sönmeyecek bir intikam duygusu yaratmaktadır. Savaşın ve işgalin çocukları, namluya sürülü mermiler olarak bilenmektedirler. Büyük fırtınaların küçük damlaları olarak büyümektedirler.
Babalarının yarım bırakıp tamamlayamadıkları özgürlük görevini tamamlamaya hazır halde küçük yüreklerine büyük davaları kaydetmektedirler.
Rojava Devrimi’yle birlikte büyük felaketleri yaşamış ve imha kılıçlarını tanımış Süryani-Asuri-Ermeni halkları, özgürlüğün sözcüklerle kazanılmadığını, Avrupa’dan gelecek sahte reform vaatleriyle gerçekleşmeyeceğini çoktan öğrendiler.
Kapitalizm eski dünyadır. Eski dünya ölmek zorundadır/ölüyor. Canlı olan ne varsa her şeyi ve herkesi de öldürüyor. Hem insan hayatlarını hem de insan ölümlerini acımasızca yönetiyor. Zulmü, fakirliğin deniz derinliğini halklara yaşatmaktan başka bir şey sunamayan eski dünya, tarihin çöplüğüne atılmayı bekliyor.
Umut etmek, oturup beklemek değildir çözüm. Olmasını ummak hiç değildir. Umut, eyleme geçmektir. Eylem, her şeyin en güzelini hemen yaratamasa da bir şeyleri daha iyi yapmak için harekete geçmenin seçeneğidir.
Rojava Devrimi’nin yolu çok zorlu ancak kazanımları hiçbir toprak parçasında yaşanmadığı kadar değerlidir. Rojava Devrimi, kendisini kuşatmak isteyen eski dünyanın hükümranları tarafından savrulan bitmek bilmeyen tehditlerden dolayı henüz kendisini güvenceye alabilmiş değildir.
Etrafı feodal-faşist gerici devletlerle çevrilidir. Eski dünyanın sahiplerinin çıkarcı hesaplarına ve kirli oyunlarına karşı uyanık olmak zorundadır. Bir elini görüşmelere verirken diğer elini asla silahtan çekmemelidir. Biliyoruz ki; en iyi diplomasi, ideolojik sağlamlılık ve halk desteğidir.
En iyi güvence ve kalıcı savunma ise halkların öz savunma örgütlülükleridir. Rojava halkına ekmek ve özgürlük yoksa zenginler için de asla huzur olmayacaktır.
(Kaynak: Yeni Özgür Politika. 29 Mart 2021)