Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanan kayyum rektör rezaleti ile başlayan direnişlerin geniş bir kitleyi harekete geçirmesi, meselenin sadece kayyum rektör olmadığının ısrarla vurgulanması ve karşı çıkanların sadece öğrenciler olmaması kayyum zihniyetinin temsilcilerini oldukça rahatsız etti. Direnişlerin başladığı andan itibaren açıklamalar peş peşe geldi.
Hedef göstermeler, ötekileştirmeler ve saldırılar havada uçuştu. Özellikle LGBTİ+’lara yönelen saldırılar fitili ateşledi ve direnişler daha da geniş bir kesime yayılarak büyüdü. Öğrenci dayanışmaları daha aktif hale geldi, demokratik kitle örgütleri, politik örgütlenmeler, sanatçılar bu sürecin içerisinde bir şekilde sözlerini söyleyerek, tepkilerini göstererek yer aldı. Yani sadece Boğaziçi Üniversitesi ve öğrenciler ile sınırlı olmayan bu direniş ve başkaldırı birçok kesimi hareketlendirdi.
Doğalında saldırıların, hem fiili hem de sözlü olarak şiddeti arttırıldı. 20 Şubat tarihinde yandaş medyadan bir kanalda bu konuya dair konuşan Süleyman Soylu, sarf ettiği sözlerle kolluk kuvvetlerinin ne işe yaradığını, ne amaçla kullanıldığını, yasadışı işleri nasıl hayata geçirdiğini de göstermiş oldu. Soylu, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin ailelerinin emniyet tarafından arandığını, 150 öğrencinin ailesini “bilgilendirdiklerini” ve “terör örgütlerinin bu işe girdiğini” söylediklerini açıkladı.
Ayrıca aradıkları ailelerden onlara yardımcı olmalarını istediklerini, bazı ailelerin “Biz üzerimize düşeni yapacağız” diyerek, olumlu dönüş aldıklarını, “ideolojik ailelerin” ise “siz bu işe karışmayın” diye yanıt verdiklerini söyledi.
Öğrencileri fişleyip, hedef göstermekle sınırlı kalmayan Soylu, aileleri de işin içine katarak kutuplaştırmada ne raddeye vardırıldığını gözler önüne serdi. Sadece İçişleri Bakanı ve AKP ile kalmayan bu kutuplaştırma mevcut iktidar bloğunun diğer kanadı olan MHP’nin genel başkanı Bahçeli’nin açıklamaları ile sürdürüldü.
Bahçeli, “çocuk veya öğrenci dedikleri vandaldır”, “Sırtlarını ajanlara, zalimlere ve karanlık çevrelere dayamış olanlar evlat değil başı ezilmesi gereken zehirli yılanlardır.” şeklinde twitter paylaşımları yaparak, öğrencileri ve öğrencilere destek verenleri hedef göstermişti. Bahçeli öğrencilerin, LGBTİ+’ların, işçilerin, kadınların taleplerinin görmezden gelinmekle kalmayıp, “terörist” ilan edilmelerine sebebiyet vermesini “gözden kaçırmış” olacak ki, “taleplerinizi söyleyin, çözelim” gibi komik bir açıklamaya da imza atmıştı. Üstelik aynı açıklamada öğrencileri “terörist” ilan eden bizzat kendisiyken!
Bütün bu saldırganlığa, ayrıştırma politikalarına karşılık öğrenciler, sözlerini esirgemedi ve “bu konu kapanmıştır” diyenlere, “kayyum rektör gidene dek, arkadaşlarımız serbest bırakılana kadar, bu konu kapanmayacak” cevabını verdi. Ayrıca Soylu’nun ideolojik aile çıkışına yine öğrencilerin yanıtı, “biz uzlaşmayacağız siz geri adım atacaksınız” oldu. Öğrencilere yönelen saldırıların yanında, belirttiğimiz gibi birçok destek açıklaması da geldi.
Destek açıklamalarından biri, 344 sanatçı, gazeteci ve aydın tarafından yapıldı. Türkiye Yazarlar Sendikası’nın çağrısı ile yapılan destek açıklamasında, “Devletin bilimi, sanatı, muhalif ve entelektüel refleksleri düşmanlaştırması, her türlü muhalif düşünceye karşı âdeta düşük yoğunluklu bir savaş sürdürmesi Türkiye’nin itibarı, demokratik değerleri ve geleceği adına kaygı vericidir.” denilerek, muhalif olan her kesime yönelen bu saldırılara karşı söz söylemiş oldu.
Açıklamaların havada uçuştuğu bu süreç bizlere çok somut olarak gösterdi ki, kayyum zihniyetine, adaletin ayaklar altına alınmasına, eğitimin niteliksizleştirilmesine ya da herhangi bir haksızlığa karşı kim ne söz söylerse söylesin, bir saldırı furyasının içine hapsedilmeye, hedef gösterilerek yıldırılmaya, tutuklamalar, gözaltılar ve ev hapsi ile gözdağı verilmeye çalışıldı, çalışılıyor. Sadece mevcut iktidar ile sınırlı olmayan bu faşist politikalar, her başkaldırıda, her karşı koyuşta kendini göstermeyi ihmal etmiyor.
Bunun en temel sebebi, kayyum rektör atamasında gördüğümüz gibi ezilen, yok sayılan bir kesimin isyanının diğer kesimleri de ayaklandırma, harekete geçirme olasılığının ne kadar yüksek olduğunun faşizm tarafından bilinmesi. Bunun farkında olduğu sürece, muhalif her düşünceyi terörize etmekle uğraşacak olan iktidarın çabalarını boşa çıkarmak, elbette birlikte mücadele etmekten geçmekte. Bu süreçte beraber hareket etmenin önemini en iyi gösteren de, öğrenci dayanışmalarının aynı tondan seslerini yükseltmesi, Adana’dan İstanbul’a, İzmir’den Ankara’ya kadar ülkenin neredeyse her köşesinde “yaşamlarımıza kayyum atayamazsınız” karşı koyuşunun ortaklaşması oldu.
Önümüzdeki dönemde saldırı furyası yoğunlaşabilir, toplumun öfkesi sönümlendirilmeye çalışılabilir. Ancak artık rıza üretemediği apaçık olan iktidarın bu saldırıları, aşağı bakmayı ve uzlaşmayı kabul etmeyen ezilen ve yok sayılanların öfkesine çarpacaktır kuşkusuz.