Yeni bir yıla girerken geçmiş yılın muhasebesini yapmak ve önümüzdeki yıl için dersler çıkarmak önemli. Geride bıraktığımız yıl genel değerlendirme açısından “felaketlerle dolu bir yıl” olarak değerlendirildi ve değerlendirilmeye devam ediliyor.
Bunun nedeni de Covid-19 salgını olarak gösterilmekte. Dünya genelinde “resmi açıklamalara” göre Covid-19 tespit edilen kişi sayısının 83 milyon 68 bin olduğu, 1 milyon 812 bin 208 kişinin hayatını kaybettiği ve 58 milyon 869 bin 75 kişinin sağlığına kavuştuğu belirtilmekte.
Meselenin sağlıkla ilgili olması beraberinde bütün insanlığı etkilemesini getirdi.
Bu durum elbette dünya çapında yaşanan ölümler ve vaka sayısı açısından değerlendirildiğinde doğru bir genellemedir. Ancak her genellemede olduğu gibi kendi içinde eksik yanları barındırır.
Salgının “bütün insanlığı” etkilediği doğrudur. Bu doğruyla birlikte sınıflı bir toplum düzeni içinde yaşadığımız dikkate alındığında salgının herkesi aynı düzeyde etkilemediği de doğrudur. Diğer bir ifadeyle salgın esas olarak, işçi sınıfı ve ezilen yoksul halkları etkilemiştir.
Sağlık hizmetlerine ulaşmada sıkıntı yaşayan, olanak ve imkanları bulunmayanlar salgından birinci derecede etkilenmiştir. Bu elbette bizi virüs salgınının aynı zamanda sınıfsal bir olgu olduğu gerçekliğine götürür. Dolayısıyla virüs salgınını değerlendirirken sınıfsal bir yaklaşımla hareket etmek gerekir.
Salgına rağmen kapitalist sistem “çarklar dönsün” diyerekbaşta işçi sınıfı olmak üzere yaşamını emeğiyle kazanan çalışan kesimleri büyük bir risk ile karşı karşıya bıraktı. Kimi emperyalist-kapitalist devletlerin salgın nedeniyle “yardım” adı altında emekçilere“destek” amaçlı ödeme yapması ve bunun kimi çevrelerce olumlanması kabul edilebilir değildir.
Nihayetinde bu devletler halktan vergi adı altında aldıklarını göstermelik rakamlarla halka vermekte ve bunu da “salgınla mücadele” diye propaganda etmektedirler. Türkiye gibi ülkeler, bırakalım halka yardım etmeyi “salgınla mücadele” adına açıkladıkları önlem paketleriyle, patronlara destek çıkmış, halka ise İBAN numarası vererek para toplamıştır.
Salgının kriz içinde olan emperyalist kapitalist sistemin krizini daha da derinleştirdiği ifade edilmektedir.Kapitalizmin 1929 krizinden daha kötü sonuçlarla karşı karşıya olunduğu belirtilmektedir. Bu, doğrudan doğruya işçi sınıfını ve çalışanları etkileyecektir.
Salgın sonrasında işçi sınıfı, emekçiler ve ezilenler açısından işsizliğin, açlığın ve yoksulluğun daha da artmasıyla karşı karşıya kalınacağı açıktır.
Salgına rağmen emperyalist-kapitalizmin kendi çıkarları doğrultusunda politika geliştirmesi önümüzdeki süreçte de çatışma ve savaşların devam edeceği anlamına gelmektedir. Özellikle ABD emperyalizmi uzunca bir süredir Çin emperyalizmiyle yaşadığı çelişki nedeniyle güçlerini ve yönelimini Pasifik Bölgesine taşımak istese de ‘Genişletilmiş Ortadoğu’da yani başta Ukrayna, Libya, Suriye, Irak ve İran olmak üzere bölgenin genelindeki çatışma ve çekişmelerin 2021’de de yaşanacak olması kuvvetle muhtemeldir.
Hakim sınıflar, salgını kendi politik çıkarları açısından kullandılar. Bunun bir yanı “sürü bağışıklığı” politikasıyla nüfusu kendileri açısından “yararsız” gördükleri, üretime katılmayan kesimlerin “doğal yollardan çözülmesi” politikasıdır. Bir diğer yanı ise pandemi gerekçesiyle sınıf mücadelesinin kazanımlarının gasp edilmesidir.
Hatırlanırsa, salgın öncesinde dünya çapında yaklaşık 50 ülkede yaygın kitle gösterileri, isyanlar, halk hareketleri yaşanıyordu. Hakim sınıflar “salgın önlemleri” gerekçesiyle bu eylemlere sadece şiddetle yönelmediler aynı zamanda propaganda aygıtlarını çalıştırarak, “virüs tehlikesi” aracılığıyla kitlelerin hareketlerini baskıladılar.
Görünen o ki önümüzdeki süreçte de hakim sınıflar, virüsü kendi hakimiyetlerini tahkim etmek için kullanmaya devam edecekler.
Salgın geniş yığınlara emperyalist-kapitalist sistemin gerçek yüzünü, insanlık düşmanı bir sistem olduğunun daha fazla sorgulanmasına neden olmuştur. Elbette bu sorguluma iyi bir şeydir. Ancak tek başına bir anlam ifade etmez.
Sorgulamanın örgütlü bir şekilde kuvveden fiile çıkması gerekir. Salgına rağmen dünya çapında kitlelerin hareketliliğinin, isyan ve eylemlerinin son derece güçlü bir zemini oluşmuş durumdadır. Salgınla kapitalist krizin daha da derinleşmesi beraberinde kitlelerin içinde bulundukları duruma tepki göstermelerini, isyan etmelerini getirecektir. Dünya çapında yeni isyan dalgaları kapıdadır.
İşçilere Sefalet Ücreti ve Borç Bütçesi
Virüs salgını Türkiye’yi de doğrudan etkilemiştir. Ancak önemli bir ayrıntıyla; Türk hakim sınıflarının “salgınla mücadele politikası” salgının etkisini daha da artırmış görünmektedir.
Salgın sürecinde “en başarılı mücadele yürüttüklerini” iddia edenler, verilerle oynadıklarını, “hasta” ve “vaka” ayrımı yaptıklarını açıklamak zorunda kalmışlardır. Bu durum Türk hakim sınıflarının salgına karşı adı konmamış bir “sürü bağışıklığı” politikası izledikleri anlamına gelmektedir.
1 Ocak 2021 verilerine göre Türkiye’de 2.208.652 kişinin virüse yakalandığı, 2.100.650 kişi iyileştiği ve 20.881 kişinin hayatını kaybettiği açıklanmıştır. Elbette bu rakamlar resmi rakamlardır ve özellikle sağlık birliklerinin ve sendikaların açıklamalarıyla birlikte değerlendirildiğinde rakamların çok daha yüksek olduğu anlaşılmaktadır.
Salgınla birlikte TC ekonomisinin içinde bulunduğu kriz hali daha da derinleşecektir. Bu durum hakim sınıf sözcülerinin ekonomide işlerin yerinde olduğu propagandalarına rağmen böyledir. Nitekim kriz nedeniyle bizzat R.T.Erdoğan “acı reçete”den bahsetmek zorunda kalmıştır.
Salgın başlangıcında “salgını fırsata çevirmek”ten bahsedip pozisyon belirleyen egemenler, gelinen aşamada salgının ve ekonomik krizin yükünü, işçi sınıfına ve çalışan halka yıkmakta kararlı görünmektedirler. Bu açıdan değerlendirildiğinde gerçekten salgını fırsata çevirmiş durumdadırlar.
Her şey bir yana milyonlarca çalışan için son derece önemli olan yeni asgari ücretin tutarı bunu göstermektedir. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk, 2021 yılı asgari ücretinin net 2 bin 825 lira 90 kuruş olduğunu açıklamıştır.
Açıklanan bu asgari ücretin Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan’ın önümüzdeki yıl alacağı 88 bin liralık maaşı karşılaştırıldığında, Erdoğan’ın 31 asgari ücretlinin bir aylık geçinme parasını tek başına alacağı anlamına gelmektedir. Yine R.T.Erdoğan’ın maaşına 2021 yılı için aylık olarak yapılan 6 bin 750 liralık zam ise 3.5 asgari ücrete denk gelmektedir.
“İtibardan tasarruf” etmeyenler, halkın “bir dilim kuru ekmekle doyduklarını ve aç olmadıklarını” savunmakta ve kendilerine daha yüksek artış yapmaktadırlar. Asgari ücrete 2021 yılında yüzde 21.56 oranında artış yapılırken, Cumhurbaşkanlığı’nın bütçesindeki artış ise yüzde 28.1 olarak gerçekleşmiş durumdadır.
Belirlenen asgari ücrete göre, çalışanın günlük aldığı para 94 lira olacak iken bunun bugünkü dolar kuru karşılığı ise 12.5 dolardır.
Durum öyle bir hal almıştır ki patron örgütlerinden olan İstanbul Ticaret Odası yaptığı açıklamada: “İmalatta saatlik işçi maliyeti Türkiye’de 5.6 Amerikan dolarıyken, Almanya’da bu maliyet 47.2 Amerikan dolarıdır” diyerek yabancı kapitalistlere “ucuz iş gücü sömürüsü” çağrısı yapabilmektedir. Bu durum “yerli ve milli” patronların kendi işçilerine bakışının özlü ifadesidir.
Türk ekonomisinin “uçuşta” olduğunu iddia edenler hazırladıkları ve yasalaştırdıkları 2021 bütçesiyle aslında gerçeği ifade etmektedirler.
Bütçede, 2020’de yaklaşık 790,7 milyar lira olması beklenen vergi gelirinin, 2021’de yüzde 16,7 artarak 922 milyar 744 milyon liraya yükselmesi hedeflenmektedir. 2021 Ocak ayından itibaren ezilenler bir zam yağmuru ile karşı karşıya kalacaktır. Görüldüğü üzere bütçenin gelir kısmının büyük bölümünü vergiler oluşturmaktadır.
İçerde dışarda savaştan başka yöntem bulamayan iktidar bu duruma paralel olarak 2021 yılı bütçesinde İçişleri Bakanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT), Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM), Jandarma Genel Komutanlığı, Milli Savunma Bakanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’na toplamda 148 milyar 471 milyon 798 bin TL ayırarak, “savaşa devam”da ısrar edeceğini göstermektedir.
Dolayısıyla önümüzdeki süreçte salgınla beraber koşulların daha da ağırlaşacağı anlaşılmaktadır. İşçi sınıfını ve çalışan halkı, daha fazla işsizlik, daha fazla yoksulluk ve açlık beklemektedir. Bu ise sınıf bilinçli devrimcilerin görevlerine işaret etmektedir.
Faşist rejim her alanda sıkıştıkça, krizden krize girdikçe içeride ve dışarda saldırganlığını, faşist terörünü artıracaktır.
Bu saldırganlığa karşı gelişen direnişlerle kaynaşmak, kitlelerin isyan ve tepkilerinden beslenerek mücadeleyi büyütmek göreviyle karşı karşıyayız.
2021’de Faşizmi Güçlü Darbeler İndirecek, Özgürlüğü Kazanacağız!
Önümüzdeki yılın işçi ve emekçiler başta olmak üzere, Kürt ulusu ve çeşitli milliyetler, Aleviler başta olmak üzere çeşitli inançlar, kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler ve elbette doğa ve insan dışındaki hayvanlar açısından nasıl geçeceğini R.T.Erdoğan’ın açıklamasından rahatlıkla anlayabiliriz: “2021 demokratik ve ekonomik reform yılı olacak. Demokratik reformları kimse bizi mecbur bıraktığı için değil, milletimizin her bir ferdi bunlara layık olduğu için yapıyoruz.” (26 Aralık 2020- Basın)
Türk hakim sınıfları ve onların sözcüleri ne zaman “reform”dan bahsetseler orada işçi sınıfı ve halka yönelik saldırı vardır. Bu tarihsel tecrübeyle sabittir. Dolayısıyla 2021 yılında Türk ve Kürt uluslarından ve çeşitli milliyet ve inançlardan işçi sınıfı ve halka yönelik kapsamlı saldırılar gerçekleştirileceği öngörülmelidir.
Yıl biterken mecliste kanunlaştırılan “derneklere kayyım ataması ve avukatlara işbirlikçilik dayatılması” bu saldırının son hazırlıklarından biridir.
Örgütlenme ve savunma hakkına doğrudan müdahale anlamına gelen bu durum, faşist rejimin “yerli ve milli” muhalefet yaratma, deyim yerindeyse kendi iktidarı için “dikensiz gül bahçesi yaratma” hedefinde son hızla ilerlediğini göstermektedir.
Saldırının özellikle Kürt halkının mücadelesine dönük olacağı, Kürt halkının mücadelesinin hedefleneceği 2020 yılının sonlarına doğru yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır.
R.T.Erdoğan başta olmak üzere AKP yöneticilerinin Selahattin Demirtaş ve HDP hakkında yaptıkları açıklamaların yanında MHP Genel Başkan Yardımcısı Semih Yalçın’ın “HDP/PKK kamilen itlafı gereken bir siyasi haşere sürüsüdür” (12 Aralık 2020-Basın) sözlerine partisinin lideri D. Bahçeli’de “temizlik” ifadesiyle katıldı:“Zehirli haşeratla mücadele milli haysiyete muhteşem hizmettir. Bölücülükle mücadele istiklalimize onur verici destektir. Artık seçenek kalmamıştır: Ya terörizm ya temizlik ya bölücülük ya da huzur. Her siyasi parti tarafını ve tercihini yapmalıdır.” (16 aralık 2020-Basın)
Bu ifadeler ağır faşist suçlara ve katliam çağrılarına karşılık gelmektedir. Bu MHP’nin klasik yaklaşımıdır denip geçilmemelidir. Burada açıktan açığa devlet aygıtı eliyle topluma ırkçılık, şovenizm zehri pompalanmakta, soykırım suçunun alt yapısı hazırlanmaktadır.
AKP-MHP iktidar bloğunun bu yaklaşımı elbette kendi sıkışmışlıklarıyla ilgilidir. Faşist rejim sıkıştıkça, tehdit ve saldırı dozunu arttırmaktadır. Devrimciler bu durumu ciddiye almalı, başta halkın kendi öz savunmasının hazırlanması olmak üzere, faşizme karşı mücadelede birleşik devrim güçlerinin yürüttüğü “Faşizmi Yıkalım, Özgürlüğü Kazanalım” kampanyasına bu temelde de yaklaşılmalıdır.
Söz konusu süreç, salgın koşulları da dikkate alınarak faaliyet yürütülen bütün alanlarda, her alanın kendi gerçekliği ve özgünlüğü çerçevesinde, kendi dilini ve söylemini ürettiği,birleşik direnişi inşa ettiği, devrimcilerin güçlerini birleştirerek, ortak düşmana karşı ortak mevzilerde mücadele etmesinin aracı kılınmalıdır.
Önümüzdeki süreç, işçi sınıfı ve emekçilerin derinleşen çelişkileriyle birleşik direniş güçlerinin daha fazla ilişkilendiği, temas ettiği ve beraber mücadele yürüttüğü bir perspektifle ele alınmalıdır.
2020 yılı sonlarında devrimcilerin birleşik mücadele pratikleri hem kitleler hem de düşman tarafından dikkate alınmıştır. Bu durum yürünmesi gereken yolu da özetlemekte 2021 yılının faşizme ağır darbeler indirdiğimiz, özgürlüğü kazandığımız bir yıl olmasını koşullamaktadır.