Türkiye’de ilk koronavirüs vakasının Sağlık Bakanlığı tarafından açıklandığı Mart ayından itibaren, küresel ölçekteki pandemiye hazırlık ve sağlık çalışanlarının bu koşullarda nasıl çalışacağı üzerine pek hazırlık yapılmadığını görmüş olduk.
Sağlık çalışanları özlük haklarını ve yıpranma paylarını isterken ve aradan geçen 8 ayda tükenme noktasına gelirken, Sağlık Bakanlığı sağlık çalışanlarını alkışlamak ve övgü dolu sözler sarf etmek haricinde pek bir şey yapmadı.
Esasen sağlık çalışanlarının pandemi öncesinde de, başta sağlıkta şiddet yasası olmak üzere pek çok talebi vardı ve bu talepler için çok kez alanlara inmişlerdi.
Sendikalar, meslek odaları ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) de bu pandemi öncesi süreçte sağlık çalışanlarının sorunlarını çokça defa dile getirmiş ancak Sağlık Bakanlığı’nın kulakları bunları işitmemişti. Pandeminin Türkiye’de patlak vermesinden itibaren ise Bakanlık, pandemiyle birlikte aciliyeti ortaya çıkan talepleri görmezden gelerek sadece “medyaya şov” denilebilecek açıklamalar yapmıştı.
Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğunda olan sağlık çalışanlarının çalışma koşullarına ilişkin de hiçbir düzenleme yapılmadığı, yeterli düzenleme yapılmadığını da pandeminin ilerleyen dönemlerinde ortaya çıktı.
Hatırlanacağı üzere özellikle salgının başlangıcında koruyucu malzemenin sağlanmasında çok büyük eksiklikler oldu. TTB ve Tabip Odaları el birliğiyle bu koruyucu malzemelerin sağlanması için bir seferberlik başlattı neredeyse.
Her yere ulaştırmaya çalıştı kendi olanakları dahilinde. Yine pandemi öncesinde çalışma sürelerinin çok yoğun olduğu (özellikle hemşirelerde) sağlık çalışanları tarafından dile getirilirken, pandemiyle birlikte bu durum katlanılamaz bir hal aldı.
Sağlık çalışanları nöbet sürelerinin uzunluğundan, ekipman yetersizliğinden şikayet ederken Sağlık Bakanlığı ise dönemi TTB’ye göre “salgın yönetimi” değil “algı yönetimi” olarak kotarmaya çalıştı.
TTB’nin de belirttiği gibi süreç gerçekten algı yönetimiydi. Bakanlık, bakkal hesabı yaparak açıkladığı tablolarda gerçek verileri gizliyor, sağlık çalışanlarının öneri ve isteklerini yok sayıyor ve bunlarla da kendisine bir övünç tablosu çıkarıyordu.
Çok değil, daha bir ay önce Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) Türkiye’ye dair açıkladığı raporu dahi sadece başarılarını anlattıkları kısmını halkla paylaşıyorlardı. Oysa rapor, DSÖ kriterlerine göre açıklanması gereken vaka sayılarının açıklanmadığını açıkça belirtiyordu. Açıklanmayan bu vakalar ise yine sağlık çalışanları için gelecek yük manasına geliyordu.
Bir örnekle açıklayacak olursak; Bir kişinin semptom gösterdiği ancak pozitif sayılmayıp eve gönderildiği her durumda o kişi çevresindekilere de bulaştırarak daha büyük bir yıkıma sebep oluyor. Durum da sağlık çalışanlarının daha da fazla insana bakmasını sağlıyor. Tabii bu Bakanlık için sadece “tablo” olduğu için semptom göstereni evine göndermekte bir beis görmüyorlar.
Sürecin bu ağırlığı altında ezilen sağlık emekçileri de koronavirüs dolayısıyla hayatını kaybediyor. Türkiye’de salgının görülmeye başlandığı Mart ayından itibaren yüzlerce sağlık emekçisi hayatını kaybetti.
Birçok sağlık emekçisi ise “aileme hastalık bulaştırırım” korkusuyla yaşamdan izole olmaya devam ediyor. Bunlar da yetmezmiş gibi yeni alınan kararla sağlıkçıların istifa hakları da elinden alındı.
AKP iktidarının Sağlık Bakanlığı, pembe tablolar çizerken, sağlık emekçilerinin yaşamlarını karartmaya kararlı. Buna karşı ise başta TTB olmak üzere meslek odaları ve sendikalar mücadelesini sürdürüyor.