Ülke ve dünya gündemi koronavirüs salgını ile kaplanmış durumda. Aralık ayından bu yana Çin’de açığa çıkan virüs başta Avrupa ülkeleri olmak üzere dünyanın dört bir yanında yayılma hızını artırarak sürüyor. Dünyanın ortak ve tek gündemi haline gelen salgın dünyanın akışını da birçok açıdan durdurmuş vaziyette.
Çalışma, eğitim, sağlık başta olmak üzere birçok sistem dünyanın her yerinde kilitlenmiş durumda. Eğitime verilen ara sürekli uzatılıyor. Çalışma alanlarında çok boyutlu bir karmaşa söz konusu.
Sağlık alanı ise doğal olarak salgından en fazla etkilenen alan oldu. Salgının yayılma hızına paralel dünyanın her yerinde egemenlerin almadığı önlemlerinde büyük etkisi ile sağlık alanındaki olanaklar her yerde yetersiz kalıyor. Bu yetersizlik daha fazla can kaybı ve her gün onbinlere varan yeni vakalarla sonuçlanıyor.
Salgın etkilerini artırarak devam ederken birçok gündemde salgın bahanesi ile örtbas ediliyor, unutuluyor/unutturuluyor. Bu gündemlerin başında ise kuşkusuz mülteciler var. Dünyanın her yerinde ortak saldırıların odağı olan mülteciler küresel salgın ilan edilen koronavirüsünde en fazla etkileyeceği risk gruplarının başında geliyor.
Bugün dünyanın dört bir yanında salgınla mücadele için insanlara temizlik ve beslenme konusunda kendi alacakları tedbirlerin belirleyici olduğuna dair çeşitli yerlerden yüzlerce açıklama yapıldı. Egemenler salgınla mücadele konusunda bütüncül bir politika ve yaklaşım yerine insanların kendisinin önlem almasını salık vermeye devam ediyor. Egemenler çıkardıkları savaşların bir sonucu olarak dünyanın başka başka yerlerinde binlerce kişiyle birlikte yaşamını sürdürmeye çalışan mültecileri ise görmezden geliyor.
Salgının olmadığı zamanlarda dahi mülteci kamplarında sağlık, temizlik, gıda olanakları çok sınırlı. Kamplarda kapasitesinin beş belki on katı sayıda insan bir arada kalıyor. Kamplarda insanlar kişisel temizlik için uzun kuyruklara girmek zorunda kalıyor.
Bu koşullar altında insanlar mülteci kamplarında salgın nedeniyle üst boyutta önem kazanan temizlik önlemlerini nasıl alacaklar? Kapasitesinin on katı insanın bir arada tutulduğu kamplarda sürekli dikkat çekilen “sosyal mesafe” nasıl korunacak?
Salgın Tedbiri: Mültecilere Saldırı
Mültecilerin salgından korunması için önlem alınması gerekirken salgın birçok noktada mültecilere saldırının sebebi olabiliyor. Geçtiğimiz hafta Konya’da Afganistanlı iki mülteciye “Siz buraya virüs mü getiriyorsunuz?” denilerek saldırıldı. Bireysel gibi görünen bu saldırı kuşkusuz devletin mülteci politikasından bağımsız ele alınamaz. Şubat ayında büyük sözlerle Avrupa sınır kapılarını açtığını duyuran TC’nin de salgın konusundaki yaklaşımı mültecilere genel yaklaşımının bir yansıması oldu.
Mültecileri pazarlık ve tehdit konusu etmeye devam edeceğinin ilanıyla birlikle Pazarkule sınır kapısında bekleyen binlerce mülteciyi zorla başka yerlere taşıdı. Sözde bir salgın önlemi olan saldırıyı, Süleyman Soylu “Tedbiren yapmak zorundaydık. Ama kimse kendisini rahat hissetmesin, bulaşma riski geçtiği zaman kim Pazarkule’nin önüne gitmek istiyorsa biz ‘hayır’ demeyiz.
Sadece insani ve sağlık açısından bir tedbir olarak aldık” sözleriyle duyurdu. Yaklaşık bir aydır Yunanistan sınırında bekleyen mülteciler zorla otobüslere bindirilerek başka şehirlerdeki geri gönderme merkezlerine ve konaklama tesislerine götürüldü. Binlerce insana hiçbir açıklama yapılmadan, eşyalarını almalarına dahi izin verilmeden bu yapıldı. Daha insanlar götürülmeden çadırları yakılmaya başlandı.
Dokuz farklı kente dağıtılan mültecilerin 14 gün karantinada kalacağı söyleniyor. Bazı mültecilerin sosyal medyada yaptıkları paylaşımlardan Osmaniye ve Malatya’ya götürüldükleri görüldü. Salgınla birlikte TC’nin mülteci politikasının insanlara eziyete dönüştüğü bir kez daha gün yüzüne çıktı. Ve bu eziyet salgından mültecilerin korunması için tedbir olarak servis ediliyor.
Sınırın bu tarafındaki mülteciler, Edirne sınır hattında bir ayı aşan bekleyişin ardından önlem adı altında birde koronavirüs bahanesiyle devletin saldırısına maruz bırakılırken; bir şekilde Yunanistan’a geçmeyi başaranların durumuda çok farklı değil.
Midilli adasındaki Moria kampının üç bin kişilik kapasitesi varken bugün bu kampta yirmi bin kişinin yaşadığı söyleniyor. Ayrıca adada virüsü taşıyan kişilerin olduğuna dair haberlerde yakın zamanda basına yansıdı. Yunanistan’da Midilli, Sisam, Sakız, İleryoz, İstanköy adalarında toplam kapasite altı bin kişi iken yaklaşık kırk bin mültecinin bulunduğu söyleniyor.
Kenya’daki bir mülteci kampındaki kliniklerde, yaklaşık 200 bin kişi için sadece sekiz doktorun bulunduğu söyleniyor. Suriye ve Bangladeş’teki doktorlar hastaların koronavirüse benzeyen semptomlardan yaşamlarını yitirdiğini söylüyorlar. Ancak bir dizi yoksunluktan kaynaklı onları tedavi edemediklerini ekliyorlar.
Mültecilerin bulunduğu sınırlar farklı olsa da virüs karşısında konumları da kaderleri de ortak. Riskli koşullarda, sıkışık ve hijyenin yeterli olmadığı ortamlarda koronavirüs karşısında en riskli grubu oluşturuyorlar.
Kalabalık kamplar, olmayan hastaneler, klinikler, doktorlar ve az miktarda sabun ile su milyonlarca mülteci için “sosyal mesafeyi” ve hatta el yıkamayı dahi imkansız hale getiriyor.
Şiddetle evlerinden edilen insanlar hiç bilmedikleri yerlerde, büyük olanaksızlıklarla ve yasaklarla çevrelenmiş sınırlar içinde salgınla baş başa bırakılıyor. Bunun sonucu ise salgın karşısında en savunmasız ve riskli grup mülteciler oluyor.